4 Haziran 2012 Pazartesi

son nefesine yetişmek istemek...

Bugün, bir gözü kör, çok iyi huylu ve acayip korkak, tüm kışı bir kutunun içinde geçirmiş, yeni yeni benim bahçeye dadanmış, uyuklayan, beni sevindiren bir minikti, "hani o korkak olan" buna da bir isim bulamamışız demek ki, veteriner kliniğinde kalmayı çok seviyordu, bir şey olduğunda hep götürürdük, çıkmak istemezdi, yastığı ve o ve her zaman sevilmeye hazır hali mutluydular.

Akşam üzeri her zamanki gibi arkadaşım aradı, sesi çok kötyüdü, normalde de giderim de bu sefer destek olayım diye gittim, ağlıyordu, "hani o korkak olan" 3 gündür çok kötü ve şu an can çekişiyor, dedi.

Kediler beslenecek ve "hani o korkak olan"ın yanına gidilecekti, kedilerin beslenmesi hiç aksatılmaz. Sonra da veterinere koşacaktık son nefesinde yanında olalım, sevildiğini bilsin diye.

Gittiğimizde çok geçti, birkaç dakika ile kaçırmıştık. 


Bu beraber son fotoğrafımız, hazır gözü açıkken, tek gözü, onu hatırlatan bir fotoğraf olsun istedik.

Geçişine yardım etmek istedim, arkadaşım da ben de ağlıyorduk, meğer yapılacak hiçbir şey yokmuş, bu zamana kadar nasıl yaşamış meçhul, akciğer apsesi varmış ve o patlamış... 

Arkadaşım ağlarken 'son nefesine yetişeyim istedim, yalnız olmadığını bilsin istedim,' dedi.

O an ben tutamadım kendimi, 'ben de annemin son nefesine yetişmek istemiştim ama yetişememiştim,' dedim.

Ben de az bir farkla kaçırmıştım, aklıma o gece yanımda kan kusup ben üzülmeyeyim diye 'hoşaftan oldu,' diyen, yanında ağlamamak için zor tuttuğum annem geldi. O görüşmenin son görüşme olduğunu içten içe biliyor ama bilmek istemiyordum. Yoğun bakımda onu hiç üzmeden sanki her şey yolundaymış gibi yaptığım tüm şeyler, 'ben sana evden getiririm bunları yemek zorunda değilsin' dediğimde 'ben hiçbir şey istemiyorum, senin sağlığını istiyorum' demesi, 'bak ben turp gibiyim,' dediğimde 'inşallah' diyen 'kanıtlarım var getireyim mi kan tahlili sonuçlarımı' diyerek güldürmeye çalışan ben, çişimi yapamıyorum diye sıkın ile söylediğinde kasığına bağlanmış bir damar yolundan şırınga ile çekildiğini gördüğümde kendimi dünyanın en suçlu insanı gibi hissettim, tüm bunlara benim için dayanmıştı, dayanıyordu, hala, girilecek damar kalmamıştı, ayağından ve el serçe parmağından cerrahlar girebilmişti, bu haldeki bir insan nasıl ameliyata girer? Orada kan kustuğunda hemşire kızların da, benim de gözlerim doldu, ağlamadım, ağlamamalıydım, hoşaftandı. Pis hoşaf.

Yoğun bakımdan nasıl çıkıp da o sekiz katı zırlayarak indiğimi ben bilirim, laboratuara gidip annemin sonuçlarını görmek istedim, doktor arkadaşım yönlendiriyordu, sonuçları aldım, cuma enfeksiyon çıkmış, sonra inmiş ama pek inememiş ve kanama yokken hemoglobin düşmüş, kan kendini kendini yok etmeye başlamış, bir gün önceye döndüm, cumartesi arkadaşım bana bağırıyor,
 farkında değil, 'niye düşmüş kırmızı kan?' 'ben nereden bileyim 8 ünite kımızı kan vereceğiz dediler, 3'ten yukarı 8'e çıkarmışlar tekrar', o da farkında değildi, üzüntüsünden bana baırıyordu çünkü o da annesi gibi seviyordu ve sonuçlardan ne olduğunu anlıyordu.

Çıktım laboratuardan, zaten kimse yok, oturdum banka daha fazla ayakta duramadım ve zırıl zırıl ağladım, o kadar ay, o kadar yıl artık sona eriyordu ve içten içe biliyordum. Annemin başında Cebrail değil, Azrail bekliyordu artık....


Bana destek olmak için gelmiş, beni mutlu edeceğini düşündüğünden arkadaşları ile yemeğe çıkarmaya çalışan Emily'ye gitmesini söyledim, 'benim burada işlerim sürecek aç kalma,' dedim. Meğer kan merkezindeki abimiz ona bir şeyler anlatmaya çalışmış ama hiçbirimiz o kadar çabaya anneme ölümü yakıştıramadığımız için Emily de 'artık bekliyoruz,' cümlesini anlamak istememiş.

Ben sanki ertesi gün bir ameliyat olabilecekmiş gibi hala trombosit, izinler vs peşinde koşarken beni tek güldüren sevgili endless dream'in doktorumuzun adının gerçekten zeynel abidin cümbüş olduğunu sanması ve sözlüğe böyle yazmasıydı.

Koşturmalardan sonra yoğun bakıma gittim, metpamid yaptık, bulantısı geçti uyuyor şimdi, dediler, huzurlu görünüyordu, yalnız ağzı çok kuruduğu için sakız istemiş. Diş hekimi bir ablam annem için özel bir şey getirtmişti ama o saatte oraya gidip alacak enerjim yoktu, hemşire kıza gerekirse yine de gideceğimi söyledim, sakızın yeterli olduğunu, artık kendimi yormamı istemediğini eve gidip dinlenmemi söyledi.

Arada kalmıştım, orada kalabilirdim, doktor bir arkadaşım odasında kalabileceğimi söylemişti, ertesi gün ameliyatta zaten kaybedeceğim annemi kalsam mı gitsem mi arada kaldım ve hemşire kız tarafından aynen eve yollandım, ağlayarak.

Sakızı uyanınca vereceklerdi, annem hiç uyanmadı.

Ben ağlayarak eve gittim, giderken kadim dostlarım Banu ve Şenol'a artık gücümün kalmadığını, onların ilgilenip ilgilenemeyeceğini sordum, kan kustuğunu söyledim. Banu'ya canım dediğimde arkasını dönüp bakan karşısının taksisini de hiç unutmam, inecek halim bile yok, yol bilmiyor o halde yol tarif ediyorum. 

Eve geldim, yapılacak bir sürü şey... Nedense 2 miydi ancak yatabildim, 3: 30'da telefonum çaldı, koroner diye kayıtlı olduğundan 1,5 saatlik sersem uykuya rağmen hemen açtım, 'doktor koronerin önüne gelmenizi istiyor,' dedi hemşire. 'Ağırlaştı, di mi?' dedim, her zamanki cevap geldi, 'biz bu konuda bilgi veremiyoruz, gelip doktorla görüşmeniz gerekiyor'. Banu ve Şenol'u aradım, gecenin o yarısı hemen geldiler, ben zaten sürekli ağlıyordum, saat tam 4'ü çeyrek geçe içim öyle bir yandı ki annem diye ağlamaya başladım derken kapı çaldı, hemen gittik ama son nefesine yetişememiştim. Doktor da ağlıyordu, herkes ağlıyordu, bu kadar ağır vaka olup karşılaştıkları en sorunsuz hasta ve hasta yakını olduğumuzdan özel bir yerimiz vardı ya da bana öyle geldi. Doktor 'Hafize teyze'yi kaybettik,'dedi ağlayarak, annemi ilk kez o gün gören doktor dahi ağlıyordu.

Beni dışarı aldılar, içeride temizliği yapılıyor şimdi dediler, normalde yasak ama güvenlikle konuşup arkadaşlarımı da yanıma almıştım, yukarı bu haberi almaya tek başına çıkacak gücüm yoktu, temizliğini yapıyorlar deyince aklıma bir sürü kan geldi, üzerindeki kanları temizliyorlardı muhtelen, çıkardılar, sardıkları zımbırtıya sarıldım, o son sarılışım olabilecekti, morga indik, benden ayırmak istediler, "etkilenmeyeyim" diye, aklıma babam geldi, hem annem son anlarında yalnız olmadığını hissetmeliydi. Morgda çekmeceye yerleştirdikten sonra bahçeye çıktığımızı ve ağaçları hatırlıyorum.

O kadar safım ki hemşirelere annemin benim için bir şey deyip demediğini sordum, 'zaten hep sizden bahsediyordu, babanızın ölümünden sonra kendinizi çok yıprattığınızdan...' falan dediler. Ben o kadar salaktım ki annem uyandı sandım, sanki uyandı ve benim için bir şeyler dedi sandım. Uykusunda fenalaştığını ve uykusunda öldüğünü dahi düşünemeyecek durumdaydım.

Aylar sonra idrak ettim desem yeridir. Çünkü ben o son nefese yetişmeyi çok istemiştim, son nefesini verirken yanında olmayı çok istemiştim, elini tutmayı çok istemiştim, oysa Zincirlikuyu'dan alırken tutabildim elini, ne tuhaftı. Morga götürene kadar da sarılıp ağladım, o kesif ilaç kokusu, her şeyine sinen ve kıyafetlerini kokladıkça içimi dağlayan o kesif ilaç kokusu.

Ben annemin kokusunu istiyorum, annemle ilk defa acile kaldırıldığında birbirimize sarılıp yatmıştık, hatta bir hemşire az kalsın annem yerine benden kan alıyordu da gülmüştük,
sonra birbirimizi hiç bırakmadık, o hali ile bile yatağında yer açıyordu, yanlışlıkla serumuna deyip canını yaktığımda ay deyip sonra yok bir şey diyerek geçiştiriyordu, halbuki kim bilir nasıl canı yanıyordu, acile kaldırdığım ilk gün kan verilirken elini kıpırdatmasın diye hep tutmuştum. Ve annemin son nefesinde yanında olmayı gerçekten çok istemiştim, kalma olanağım varken... neden eve gitmiştim ki... Canlıyken en son boneli kafasını öpmüştüm, bebek gibiydi, altı bezli, başta bone, atlet, döngüsünü tamamlamıştı. Onunla konuşuyordum ama o gözlerime bakarken gözlerime bakmıyordu. 

Annemin tam da içim yandığı saatte öldüğünü üzerindeki ölüm kağıdından okuduğumda anne ile çocuğun aslında ne kadar güçlü bir bağı olduğunu fark ettim. Bugün ikinciye zili çalmaya kalktım o öldüğünden beri.

Bana kötü haberi verdiklerinde elime ilk tutuşturdukları şey evlilik yüzüğü oldu, bir evlilik yüzüğü, kaç yıl önce ölmüş eşe aşkla bağlılık bu kadar olabilirdi. Ona da ağladım.

Ben elimde yüzük hala benim için ne demiştir, hakkını helal etmiş midir diye düşünüyordum. 

Ölümün içindeydim ve görmüyordum. 

Halbuki ölümlerin en güzelidir uykuda ölmek. 


Rahat uyu anneciğim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder