25 Mayıs 2012 Cuma

Büşra Ersanlı'dan çok güzel bir kedi yoldaşlığı yazısı

"Üçüncü kedi kitabımın sonuna yaklaştım, Bakırköy Cezaevindeyim, altıncı ay bitiyor; iyice kedi dünyasına daldım sonunda bugün! Daha önce kedilerim Fistan ve Mestan'ın fotoğraflarına bile bakamıyordum. Açık söylüyorum en çok onları özledim... "



http://bianet.org/bianet/hayvan-haklari/138593-kediler#.T7_ex9yooRV.facebook

Tüm kedi yoldaşlarının okuması gereken bir hikaye, Doris Lessing'in Kedilere Dair Kitabı, Bilge Karasu'nun Ne Kitapsız Ne Kedisiz, Tan Oral çevirisinden Claude Roy'un Konuşan Kedi'si, kediler kediler...

24 Mayıs 2012 Perşembe

Duj Kedileri


Kedilerin bir sürü gariplikleri vardır, mesela benim kız kedim tam bir su kedisi. Ne zaman su kedisi desem aklıma Şizofrengi geliyor, o dergiyi çok özlüyorum, eski sayıları ile avunuyorum bazen.

Benim su kedimin ben duşa girdiğimde değişik yerlere -çamaşır makinesinin üzeri, klozet kapağı, hatta bazen nöbetçi gibi tam da iki duş perdesinin birleştiği çıkacağım nokta- konuşlanıp kah beni, kah suyu, kah ikimizi birden dikizleme ve/veya bekçilik etme huyu var. Öyle ki evde olup duşa giren beni iplemediğinde eksikliğini hissediyorum ve itiraf edeyim azıcık bozuluyorum. Banyoda başıma bir şey gelirse kızıma güveniyorum.



۞ siz banyodayken banyo kapısının önüne uzanıp çıkana kadar sizi beklemeleri, sonra da haraç istiyorlar. haraç istemiyorlar da lili gelsin aynı lali ablası gibi davransın, evi diğer kedilere karşı korusun, sizi sahiplensin, banyo kapılarında beklesin, insan duygulanıyor haliyle. bir de yok efenim kediler nankörmüş, sadakatin bini beş paraymış, halt etmiş bunu diyenler!
(28.01.2010 19:16)


Nereden aklıma geldi bunları yazmak şimdi? Fındık Hanım Hayratı'nı yazarken anlattığım son arınmada kızım da vardı, bu sefer daha aktif rol oynadı, duj perdesinin diğer tarafından ben yıkanırken yaptığım hareketlere pati atmalar, oradan buradan girip çeşitli maymunluklar ve daha önce hiç yapmadığı bir şey daha... Duş perdesinin iki kanadının arasından boynunu uzatıp beni ve suyu izlemeye başladı, durulanma kısmındaydım, bacağıma yönelip bacağımdaki damlaları yalamaya başladı, demek o da ne kadar özlemiş, annemin her abdest alışında gidip kollarını yalardı, gülerdik. Aklıma geldi öyle. Bir süre yaladı sonra seyre devam...

Bu kızımın eski maceralarına göz atarsak, o dönemlerde yazdıklarımdan "sulu" olanları:
(pisi: şu html yi arkadan nasıl getirmem ben de bilemedim, düzelteceğim ama hayırlısı ancak bu kadar yapabildim)



۞ özellikle de bulaşık yıkadıktan hemen sonra eviyeye bir güzel uzanması. o kadar keyifli yatıyor ki o ıslak yerde, anlam veremiyorum. biraz daha büyüyünce sığmayıp küvete geçecek sanırım.
(12.11.2009 00:15)

۞ banyo yaparken banyo kapısının önünde beklemekten direkt küvetin önünde beklemeye terfi etmesi, dışarı çıkması için gösterilen çabaları iplemeyip ısrarla "sahibime yakın olucam ben kedi olarak, tımam mı," demesi ve mırlayarak küveti beklemesi.
( 27.02.2010 18:42)

۞ annem abdest alırken kadın ıslandı diye kurutmak için bir yandan kollarını vs. yalamaları. sahiplerini kıyafet üzerinden de olsa -çorap kazak vs- temizlemeye kalkmaları. resmen typo yapmışım, kimse haber vermiyor :/.
(14.03.2010 21:34 ~ 20.03.2010 16:08)

۞ bulaşık yıkarken çeşmeden su içmek için kapıdan kovsam bacadan girmesi. resmen bulaşık deterjanına girmesin diye kenardan yanaşmasını engellerken bataryanın üzerinde buluyorum hanımefendiyi, oradan bulaşığa musluktan akan suyu içerek yardımda bulunuyor. bakıyor kenarlar uygun, bir de alttan yapışıyor çeşmeye. çeşmi beyazım resmen.
( 20.07.2010 03:24)

۞ evde ne zaman şemsiye açılsa rin tin tin kalkıp altına yerleşmesi, oturdun, şemsiyeni sallayarak üsküdar'a gideceksin, di mi kızım? gören de sanacak ilkokulda rontta üsküdar'a gider ikeni canlandırdılar da katibini unutamıyor bizim kız, zilli seni.
(16.10.2010 00:52)

۞ şaşkın sahibinin yere döktüğü suları viledaya gerek bırakmaksızın, büyük bir sevinçle lıkır lıkır içmesi. ha gayret kızım, şurayı da iç...
(05.11.2010 02:47)

۞ sahibin her su içtiği yerden su içmeye kalkması ile içecek bardak bulamayınca sürahinin sapına sarması, su istiyorum diye cam sapı ısırmaya çalışması, su gelmeyince sinirlenmesi. sürahiyi nereye koyacağımı şaşırdım resmen, nereye koysam gidip orada sapını kıtır kıtır kemirmeye kalkıyor. 

patileri üşüyormuşçasına kilimin altına sokup oturması. sürahinin sapını ısıramamanın verdiği sinirini kilimi bozarak anında geçirmesi, pambuk olması.
(08.11.2010 18:26)

۞ temizlikte ısrarla yardım etme talepleri, banyo kapısında beklemeler, temizlediğim yeri iyi temizliyor muyum diye dikilip bakmalar. kız kedi farklı gerçekten, bak erkek kedi bunu yapıyor mu? yapmıyor. o ancak duş perdesinden gözetlesin!
bkz: kız kedi sahibi olmak
(09.10.2011 21:42)

۞ evimden uzakta bir kovboyken kedilerle ilgilenen arkadaşımı arıyorum.


berte - kızım napıyo?
best - kızın bana çeşmeyi açtırdı, su içiyor.
berte - sana nasıl açtırdı yahu? hadi bana yapıyor da...
best - açtırdı valla 


haspamın istediğini yaptırmada üstüne yok, gitmiş çeşmeyi açtırmış deli bozuk. su kurbağası, su kedisi. su kedileri ilk bizim evde görüldü...
(deliberte, 18.10.2011 17:19)





Fındık Hanım Hayratı

Fındık'la ilgili her şeyi tamamladığımı zannederken çok önemli bir şey unutmuşum, tenimdeki kokusunu... koynumda yatırdığım gece saçlarımın içinde anne aramasını, belki de bulmasını... bilemeyiz ki.

Onu gömdüğüm yere diğer kediler kazıp tuvaletlerini yapmasınlar diye iki kırık kiremit parçası ve üzerine yüzyıllardır orada duran, sürekli temizlediğim yoğurt kabını koymuştum. Yoğurdumu kendim yaptığım için evden pek öyle şey çıkmaz, değiştirmek istesem ne yaparım diye düşündüm...

Hani sokak hayvanları için yapılan, içindeki su bittikçe mi, hayvanı algıladıkça mı ne suyu tazeleyen bir icat vardı, o geldi. Nasıl edinirim olur mu derken bir arkadaşım Koçtaş'ta bile var dedi, gerçi onun dediği içerideki suyu devir daim yapan bahçe süsleri ama neden olmasın? Zen işi benzer bir "dekorun" yapımını bir yerde izlemiştim, öyle bir şey bile olur.

Fındık hanımın üzerimdeki tüm izlerini aslında Salı günü banyo yaparken sildim, saçlarıma dokunurken nasıl anne aradığı aklıma geldi, pazar günü onun için, Pazartesi başka bir kedi için perişan olmaktan işin  bu çok önemli kısmını atlamışım.

Ne tuhaf değil mi? Öleni sevmediğinizden değil, sevdiğinizden ve hayatınıza devam etmek mecburiyetinde olduğunuzdan yapıyorsunuz bunları, yoksa canınız sürekli yanıyor. Biraz önce aylardır alınmasını beklediğim bir başka mini koliyi attım, içinde ne varmış bunun diye karıştırmış bulundum, annemin gece lambası, üzerinde mor çiçekler, bir köprü, güzel bir manzara... Sonra aklıma hastanede kendini evinde hissetsin diye bu gece lambasını götürdüğüm ve götürdüğüm gün hastaneye gittiğimde annemin yoğun bakıma alınmış olduğu geldi.

İzler çok değerli olsa da acıtıyor ve biz bu arınmayı güzel anıları hatırlayalım diye yapıyoruz. Ne mi yaptım? Öylesine sokak ortasına koyamadım, kutudan çıkardım aldım. Ben asla kullanmayacağım, kullanamam ama onu seven birine anı olsun diye bir süre hiç görmeyeceğim bir yere kapadım yağmur dinsin diye, dinmedi.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Fındık'ı düşünürken...

Fındık ritüellerinden sonuncusu olan miniğin dokunduğu, kullandığı, işediği her şeyi yıkama işini de bu gece tamamladım. Normal haline dönmüş kedi yatağına bakarken daha az tuhaf oluyorum. Acılar hiç ertelemeden yaşanmalı, hayat buna her zaman izin vermiyor. Fındık da ben de şanslıydık.

Bu arada öldükten sonra isim konan tek kedidir herhalde Fındık. Ben Fındık'ı düşünürken günlerden 22 Mayıs olmuştu. Geçen 22 mayıs'ta ne yaptığımı hatırladım. Çapa'daydık, acil nöroloji, arkadaşım 'bak bunlar iyi günlerin, hiç itiraz istemiyorum annene hasta bakıcı tutuyoruz ve sen artık eve gidip dinleniyorsun,'diye beni eve göndermişti. Kadınla aralarında anlaşmazlık olan ve ben 12 saat için 70 lira alıyorum diyen kadına arkadaşıma ulaşamayıp, lanet olsun deyip -koşturmam gereken bir sürü iş vardı- 140+ yemek yol vererek ve anneme hiçbir şey çaktırmayarak ve en önemlisi helal etmeyerek göndermiştim.

Öncesinde ne oldu, kadın durup durup ne zaman geliyorsunuz diye telefon açmaya başladı, ben de 24 saat diye düşündüğümden ona göre birikmiş çamaşırları yıka as topla ütüle götür modundayım, annem aramıştı en son, iş yetiştirmeye çalışıyorum...

+ berte ne zaman geliyorsun?
- e anne, işimi bitirmek üzereyim birazdan çıkıyorum, çamaşır asıyorum şimdi, e kadın bakmıyor mu?
+ kadın sıkıldı gitmek istiyor, benim kanamam var, gel.
- anne kanaman varsa ben buradan sana ne yapabilirim ki? doktorlara söyle bana neden söylüyorsun? (herkesin sinirler gerilmiş, herkes çökkün, işte böyle bağırmıştım anneme çünkü onun kadar ben de çaresizdim)
+ söyledim, bir şey yapmıyorlar
- nasıl ya? :S nasıl yapmazlar?
+ seni sordular, vermiyorlar şu an bir şey... kanamam var, çoğaldı...
- tamam ben geliyorum da nasıl bir şey yapmazlar?

Kedith: Sonradan hatırlıyorum ki kanama konuşması şöyleydi:

+ berte ağzımdan kan geldi, bu sefer çok geldi
- e doktorlar?

Yani kanamam dediği ağzından burnundan yüklü bir miktar kan gelmiş olmasıydı, çaresizlik de benim orada olmadan hiçbir şeyi çözemiyor olmamdı... zaten bir daha kimseyi dinleyip annemi yalnız bırakmadım, sadece Taksim'e yattığımızda birkaç gün sonra ikimiz de fışır fışır terlediğimizden ve aynı yatakta yattığımızdan geceleri beni eve göndermeye başlamıştı...

Hastanın ağzından kan geldiğinde bir şey yapmayan doktorlar... beter olsunlar, tıbbi müdahale her zaman her şey değil, rahatlatacak şeyler söyleyeceklerine -en azından- hiçbir şey yapmamaları- odun gibi size kan veremeyiz bık bık diye dolaşmaları... ben bile ölüm döşeğinde oluk oluk gelen kanı hastanın en bir yakını olduğum halde rahatlatıcı bir şekilde aıklayıp doğal olduğunu, üzülmemesi gerektiğini söylemiş insanım, ölümünden önceki cuma dalak ameliyatına gir(e)meden önce. Düşünüyorum da, iyi ki de giremedi! :Kedith

Çamaşır asarken yaptığım en agresif konuşmaydı, öfkem anneme değil doktorlaraydı, biz kıçımızı yırtıp iki kuruş kazanalım derken neredeyse havadan günlük 140 lirayı utanmadan isteyen, arkadaşım tarafımdan yapılmış anlaşmayı bozan kadınaydı ama konuştuğum kişi annemdi, ona bağırdım. Ona bağırırken daha önce ve sonrasında hiç bu kadar acı çektiğimi hatırlamıyorum.

Tam bir yıl sonra, bugüne bakıyorum, Fındık'ın acısını hakkını vererek çekmiş, dokunduğu kullandığı her şeyi arındırmış, mezarının üzerine su hayratı yaptırmış halime bakıyorum. Hayrat derken deşilmesin diye mezarın üzerine koydum su kabını.

Sonra oturup vasiyetimi yazıyorum, ne zamandır aklımdaydı. A5 boyutunda bir kağıda yazıyorum, yetmiyor, neyse olduğu kadar deyip kendime gülüyorum, çok malım mülküm olduğundan değil, detaycı çenemin düşüklüğünden. Bir yandan vasiyet yazmak amma zevkliymiş lan diye düşünüyorum. İnsanların okurken yüzlerinde oluşacak tebessümleri ve hatta kahkahaları tahayyül edip keyifleniyorum.

Gün içinde yapmam gerekenleri unutmayayım diye hep bir yerlere notlar yazarım, 8 Mayıs tarihini attığım notumu buluyorum, yapılacak bir sürü şey var, bir madde ise zırlama. Zırlama? Ağlama mı demek istemişim? Ya da zırla da dağıt içindeki kara bulutları mı? Zırlama. What a shame, whose to blame.

Geliyorum twitter'a meğer deprem olmuş, 22 mayıs 1766 İstanbul büyük depremi geliyor aklıma. 22 mayıs, what a coincidence.

Merkezi Sofya, şiddeti 5.5 olarak bildirilen bu depremin esnasında vasiyetimi yazıyor olmamın ironisini düşünüyorum.

Richter, gel pisi pisi...

20 Mayıs 2012 Pazar

ölüm

2 yıl kadar önce Padme'yi kollarımda kaybettiğimde yazdığım bir yazıydı ölüm, Tıslak'ın yavrusu Padme annemin sırılsıklam bulduğu bir kedicikti, hatta o kadar ıslanmaktan bir hasar kaldı, kafasını metalci gibi sallıyordu yavrum. Bir ara bahçede yaşamaya karar verdi, daha doğrusu annemin sağlığı kötüye gidiyordu, 3. kedi zor oluyordu, orada bakıyorduk derken güzelimiz yine hapşırmaya başladı ve eve aldık. Bu sefer iyiye gitmiyordu, annem kendi sağlığını hiçe sayıp keşke hiç bahçeye salmasaydım diye çok kendini yedi bitirdi.

Ve Padme yine bir pazar günü kollarımda can çekişerek öldü, sanırım iki saat kadar veya fazlası can çekişmesini izledim, mamalı su mamalı su diye yedirdiğim her şeyi kustu önce, sonra...

Bugün annemin ölümünün üzerinden tam 11 ay geçti, insana büyük bir şaka yapılıyormuş gibi geliyor. Yine bir pazar günü, 20 Mayıs 2012'de minik fındık terki diyar etti.

Herkes pazar ölüyor sanki son iki senedir, işte Padme'nin arkasından yazdığım yazı:

ölüm

garip bir şey. insan ya da herhangi bir canlı tek seferde ölemiyor. nasıl biliriz ölümü? beyin ölümü biliriz mesela, beyin durur ama kalp çarptıkça gözlerin feri kalır.. mı? kalmayabilirmiş, beyin durabilir, gözlerin feri çekilebilir son nefeste bile mırlanabilirmiş... ama ölmezmişsin hala, kalbin çarparmış, arada hızlanırmış, sonra tam durdu derken yine çarparmış, tüm vücudun buz kesilirken o soğuk çekilmeye inat kalbin atarmış... inadına atarmış... durmadan atarmış... durup durup yine atarmış, gözyaşlarım üzerine düşerken ölüm, sevildiğini bildiğin için, sevdiğin için, nefesin tükense de sevgin tükenmediği için, mutlu öldüğün için üzerine yağmur yağarmış, yağmur arttıkça kalbin yeniden canlanırmış, o kadar hızlı atarmış ki ben sanıyormuşum sen yaşıyormuşsun ama ölmüşsün sen, ben oraya geçemiyormuşum... bırakmışsın beni burada ama kalbin bırakmamış, atıyormuş o hala, inadına... kımıldadın sanmışım, oysa tek hareket eden küt küt atan kalbinmiş, sanki bana yeni aşık olmuşsun, ilk buluşmamızmış, başını göğsüme yaslamışsın, om mani padme hum'muşsun... ben ilk kez alıyormuşum seni kollarıma, sen durmuşsun, ben durmuşum, zaman durmuş, kalbin durmamış... inadına.

sonsuzluğa beraber düşmeye başlamışız, sen, ben, ölüm. en mükemmel üçlü, boşlukta çiçek yetiştirmeye başlamışız, öylece düşüyormuşuz. senin kalbin daha hızlı attıkça benim yağmurum çoğalmış. sonra öyle bir atmış ki kalbin daha fazla yerinde duramamış, ben öpmüşüm seni, elimde kalbin, o da gitmiş, öylece asılı kalmışız boşlukta, sen ben ve ölüm.

kalbinin atmasını beklemişim ama boşuna, elimden bir balık gibi kayıp gitmiş, sevginin tortusu kalmış, gündüzmüş, gece olmuş, periler güzel düşler görmüş, biz yokmuşuz onlarda, sen yokmuşsun, ben de silinmişim elimde senden bana tek kalan kalbimle, kalbinle.

su başında durmuşuz, önce kedi gitmiş, sonra balık, sonra ölüm, sonra ben gitmişim, gölgemiz yokmuş...

04.07.2010 01:42

Bye Bye Mav Bye Bye Kediness

Minik Fındık'a Elveda....

Aslında adını Fındık bile koymamıştım, ne yalan söyleyeyim bir ad bile koymadım aslında, kedi bile demiyordum, kız diyordum, o kadar alaca bulaca renkli oğlan olmaz.

Tam da geçen cumartesi kendimi berbat hissederken boş boş ekrana bakıyordum ki dışarıdan bir ses duydum. Pezevenk bir erkek kedi, ağzında bir şey tutuyor ve gözümün içine bakıyor. Tuttuğu şeyin fare değil de minik bir kedi yavrusu olduğunu anlamam bir saniye sürmedi ve kediye bağırıp anında dışarı fırladım. Kurtaracağımı düşünmüyordum, erkek kedi kaçtı, buncağızın kalbi güm güm, durumuna baktım elime almadan önce, en azından ölmemişti ve en azından kan akmıyordu.

Eve getirdiğimde çene altında sadece çok da derin olmayan bir diş izi gördüm, o kıısmdan yırtmıştık yırtmasına da bir gözü çok kötü ve şiş diğer gözü de yine iltihaplıydı. O an tesadüfen internette konuştuğum birine durumu anlattım, neden ona anlattım bilmiyorum ama uzman veteriner hekim çıktı, beni yönlendirdi göz hakkında, onun dediği damlaları edindim, ev zaten neredeyse istesen ameliyat yapabileceğin malzemeye sahip olduğu için pisiciğin boğazındaki delik ertesi güne kapanmıştı bile, aldığım anne sütünü biberon bulamadığım için ağzını açıp şırıngayla azıcık azıcık pompalıyordum, mama önlüklerimiz, asit boriğimiz, göz damlalarımız, rivanol'ümüz, fucidinimiz, thiociline'imiz, madecassol'ümüz, hijyenik göz pedimiz, pamuğumuz ve hatta serum fizyolojik annemin çeyizime sakladığı balık şeklindeki bir tepsinin içinde yer aldı. Minik gayet iyiye gidiyordu, hatta birkaç gün sonra şiş gözündeki ödem aktı gitti, diğer gözü tamamen kurtuldu, bir gözü kör kalacaktı ama o bile giderek inanılmaz bir gelişme gösteriyordu, tüm göz özelliklerini yitirmesine rağmen.




Bu fındık pisi yogayı çok seviyor, yoga yaparken matın üzerine geliyor ve bana enteresan tek kolla kendimi kaldırırken diğer kolla üzerine yatmayayım diye kediyi kenara çekme yoga hareketi gibi yenilikler sunuyordu, sırt üstü yatıp dizlerimi karnıma çektiğimde göğsüme oturup mırlıyordu, tüm bu yazı kedi ve yoga olacaktı aslında.

Cuma günü gözün son durumu için kendi veterinerime götürdüm mini east pack çantasına koyup, orada da battaniyesinesine sarılıydı, genel durumu çok iyiydi, kız çok cadıydı, hep koynumda kalmak istiyordu, o gün beraber pek çok iş hallettik, hatta beraber pisi pisi aldık, şu an ayağımdalar, benim karnımı doyurmaya gittik, yağmurdan kaçtık beceremedik şemsiye alıp İstanbul'un dağ taş tepe demeden Venedik'e döndüğü bir akşam üzeri evimize su içinde geldik, daha doğrusu o kupkuru ve aç, ben su içinde ve tok geldik, üzerimi bile değiştirmeden mamasını yedirdim, kedi yatağını ona hazırlamıştım, orada uyuyordu, altına bebek altı değiştirme bezi çiş kaka için, üzerine sıcacık örtüler, kuzenimin şu yaşımda bana niye hediye gönderdiğini hala anlamadığım oyuncak ördek, bir nevi mini çadır, o da uyuyordu, bir tek çişi kakası gelince ağlıyordu, hatta perşembe çişini ağlayıp ağlayıp ben anlamayınca bir köşeye, ertesi gün de kakasını dar bir dehlize yapmıştı, şu an evdeki kumum çok iğrenç olduğu için (maalesef istediğim kum yerine başka marka geldi ve berbat, değil kedi ben bile yapmam) kumdan pek anlamadı, zaten pamukla yaptırıyordum, şor şor işemeye başlıyordu, çok komikti. Sürekli bir can sıcaklığı hissetmek istiyordu. Öptüğümde mırlıyordu, ben de bol bol öpüyordum. Sevgiden asla iğrenmem. Bücüre ‘sen kucağımdayken nasıl iş yapacağım kıpırdayacağım sana kedi kucağı yapmak lazım,’ diyordum, east pack çantası sonradan kedi kucağımız oldu. 

Bu arada evdeki diğer üç kedinin kıskançlık krizleri, Pırtık'ın pabucum dama mı atılıyor endişesi, kızın yanına gidip gidip hırlaması, nevrotik oğlumun ise evi terk etmesi ayrı ayrı canıma okudu. Sürekli diken üzerindeydim, haleti ruhiyem zaten tüm bunlardan bağımsız olarak korkunçtu, yapmam gereken ve az zamanım kalan işler vardı, ben hiçbir şey yokken bile kendimi kötü hissediyordum, kaldı ki bir dostumun yaptığı duygusal bir konuşma beni hüngür hüngür ağlatabiliyordu. Pisiye sarılıp ağlamıştım Cuma öğlen. Bunlar benimle ilgili kısımlar... 


Neyse perşembe gecesi oğlum gelmeyince, bu minik fındık da sürekli ağlayıp uyutmayınca yatağıma aldım. Ezerim diye çok korktum, sabah uyandığımda boynumun arasına girmiş ve çok mutluydu. Beni annesi sanıyordu, onunla ilgilenirken tüm sıkıntılarımı atmama rağmen ona esas evini bulmam gerektiğini biliyordum, kendi kendime göz iyice düzelene, düşene veya artık ne olacaksaya kadar bakabilir miyim veya bu şekilde bakacak birini bulabilir miyim diye muhakameler yapıyordum. Beni yanında isteyip göremeyince peşimden geliyor, bazen bulamıyor avazı çıktığı kadar miyavlıyordu, sesimi duyunca sakinleşiyordu. Dün tüm hafta yapmadığı kakayı ve çişi yaptı, ben de nihayet bağırsakları düzeliyor, çok mu besliyordum, azar azar vereyim diye o yöntemi denedim. Nasıl olsa manyak olduğum için o yağmurda bunu eve atıp doyurduktan sonra o sırımsıklam halim ile, evet üzerimi değiştirmeden, hem kendi iki salak kedimi aramaya hem de bunun anne sütünün bittiğini fark edip anne sütü almaya çıkmıştım, mamamız vardı.

Sonra baktım çişler çişler çişler elimdeki bez yetmeyecek, ben, o ve bir arkadaşım hanfendinin ihtiyaçlarını almaya çıktık, 18 Mayıs 2012 İstanbul Venedik günü evden ikinciye lale gibi cüzdansız çıktığım için önce mama paramızı ödedik, bez aldık, anneye mama aldık ve hatta Elma Cafe'ye gittik beraber, akşam üzeri biraz durgun gibiydi, yanımda olunca sık sık kontrol ediyordum, uyuyordu, mutluydu ya da ben öyle sanıyordum. Öpüyordum mırlıyordu.

Eve geldik, mama bakım ilaç ritüleimiz devam etti, ben kör olan gözünün bu kadar iyileşmiş olduğuna inanamayarak şenlikler düzenleyecek hale geldim. Biyolojik annesi olmadığım ve onu yalamayamadığım için asit borik ile sadece gözlerini değil her yerini temizliyor havlusu ile kuruluyordum, dün gece azıcık üşümüş geldi, normalde sadece örtü örterken sarmaladım, oğlum evde olduğu için yanıma almak aklımın ucundan geçmedi, çünkü zaten bir kulağım hep ondaydı, her sabah kalkıp tuvalete gidip ilaçlarımı alıp başına gidiyordum, sonra yoga yapıyordum o da beni izliyordu. Büyüyünce yogi olacaktı, bu kesindi. Kedi Yogi.

Bu sabah yine viyklemesini duydum, aynı şekilde yanına koştum, çok üşümüştü, hemen yün fanilaya sardım, koynuma koydum, mama yedirmeye çalıştım, normalde yemiycem meevv diye çırpınan kız çırpınmıyor ama yutamıyor da, burnundan geliyor, ağzını tam kapayamıyor, bir baktım boğazında birikmiş mamalar... zorlamadım, hemen koynumdan ayırmadan sıcak su ısıtmaya başladım, sonra sıcak su torbasının elbisenin geçridik beraber, bu koynumda, ısınısın diye uğraşıyorum. Sonra burnundan yine mama geldi, mama önlüğü yaptığım bir tülbent vardı, yeni yıkamıştım, cumartesi gecesi temiz temiz kullanmıştık, ona sildim... Ve o an son nefesini verdi.



Bilseydim her gece koynumda yatırırdım, dedim. Sadece dedim. Artık ne önemi var?

Ocakta ısınmakta olan sıcak su... Gece sıcak su torbası koymanın aklıma gelmemiş olması, cuma günü harika ruh sağlığımla gözlerden sonra bir de ağza damlattığım göz damlasından sonra veterinere koşmam ve sadece en fazla kusacağını öğrenmem, kediyi benimle beraber sıcak tutsam dahi dışarı çıkarmış olmam ve daha neler neler, azıcık konuşacak duruma gelince, ki mama yiyemediğini gördüğüm andan itibaren ağlamaya başlamıştım, insan ölümün geleceğini hissediyor sanırım, annemde de öyle olmuştu, daha ölmeden öleceğini bilerek ağlayarak gitmiştim yoğun bakıma, neyse, veterinerimi aradım, bu kadar ufak bebeklerin annelerinin yanında dahi ölebildiklerini, benim onun için her şeyi yaptığımı, daha da iyi bakılamayacağını, bebeğin minik olmasından kaynaklı nedensiz ani ölümlerin çok olası ve doğal olduğunu söyledi, zaten kendimi suçlasam ne, müzik bitmiş, kedi gitmiş.

- (Saatlerdir ağlıyor) size bir sakinleştirici yapalım mı?
- Hayır, istemiyorum. 

Annemi her an kaybedebileceğimi söyleyen doktorun aynı gün sorduğu soruydu bu. 

Sanırım bugün de saatlerce ağladım, insan yoga yaparken zırıl zırıl ağlar mı? Ağladım, yavruma kıyamadım, son ritüeli kucağımda olsun, bu veda yazısını beraber yazalım istedim, teknik aksalıklar çıkınca bilgisayarlarda, çözmeye çalışırken bir yandan ona dair mama kapları vs yi bulaşık makinesine attım, ürkmesin diye süpürmediğim kısmı yine süpürmedim ama pati bastığı yatağının olduğu halı dışındaki yerleri süpürdüm sildim, burada izi ve de aklı kalmasın, geçişi kolay olsun istedim. Birazdan gitmesi gereken yere kavuşturacağım ve dün üzerime işediği kıyafetleri ona kullandığım her şeyi, mama önlüğünü, elbisemi, kedi yatağında rahat etsin diye koyduğum havluyu, kumaşları yağmura rağmen yıkayacağım ki ölümün lekesi çıksın üzerimizden, kedi cennetinden mırıltılar gelsin sadece.

Elveda benim Lali Berte'me benzeyen minicik fındık kızım. Huzur içinde mırla ve Lali Berte'ye, Liza'ya, Padme'ye, Şirin'in megabitlerine, Yamuk'un doğar doğmaz ölen yavrularına, Sarı'ya, Yeşim'e, Şerife'ye, Kedi Kara'ya, Sarışın'a, Gandalf'a, Zıpır'a, Duman'a, Legolas'a, Dötdöbek'e, Çiçek'e, hayatta olup olmadıklarını bilmesem de görürsen torunlarım Newton'a, Sofia'ya, Ekrem'e, Hülya'ya, Şükran'a ve unuttuğum nicelerine selam söyle. Ölünce ben de yanınıza gelmek istiyorum. 

Ayrılma vaktimiz geldi birtanem, şimdi kucağımdan koltuğa kouyup tam da üzerime işediğin kıyafetlerimi giyeceğim ve seni kuşlara, böceklere, çiçeklere, artık ait olduğun yere götüreceğim.



Ön patilerini de hanım hanım birbirinin üzerine koymuşsun -o kısmı özellikle çekmedim ve koymadım-.
 Artık gidebiliriz.


13 Mayıs 2012 Pazar

Anneme...


Bana her şey beni hatırlatıyor. Son gün üzerimde olan tişört, aylar sonra tekrar giyebildiğim, hala üzerimde. Senin için koşturmak için alınan bez ayakkabılar, beni geriye götürüyor, zaman geçince tekrar yakınlaşma sancılı oluyor sanırım. Geçen gün onlara baktım, giydim, yok olsunlar istedim, tişörte aylarca baktım, ölümüne giderken  üzerindeki yazı ile şaka gibi bir tişört.


Huzur içinde uyu.


12 Mayıs 2012 Cumartesi

hedef

"hedef, kusursuz çizgilerden, kesin renklerden oluşan düzgün, geometrik , uyumlu başka bir dünya gibi uzak geliyordu bana. O dünyada yaşananlar yalnızca doğru, kesin, hızlı hareketler yapıyorlar, hedeflerinden uzaklaşmıyorlardı; onlar için sadece düz çizgiler, pergelle çizilmiş yuvarlaklar, gönyeyle yapılmış açılar vardı."


sen alo demeden önce



10 Mayıs 2012 Perşembe

Protez

Dün evi toparlarken bir peçeteye sarılmış olarak plastik uyduruk bir kutuya koyulmuş bir şey buldum, bir protez, annemin diş protezi.

Uzun süre boş boş baktım, ne yapacağımı bilemedim, atsam mı, saklasam mı, kullanmak için elbette kimseye uymaz ama başka bir işe yarar mı, diş hekimliği öğrencilerine falan, diye düşündüm.

Bugün diş hekimi bir ablamla, Laçin Berber ile görüştüm, fikrini aldım. Israrla sakla, dedi. 

Protez ve ben anlamsızca birbirimize bakıyoruz şimdi.

Zeytin'e ve Lali Berte'ye

Belki de önce hikayeyi koymak daha iyidir.

Belki de değildir.

Bu belki de bazılarınız için bir katarsis hikayesidir.

Geçen hafta Uykusuz dergisinin Makul Koca Memoşko bölümünde her zamankinden farklı bir hikaye anlatılıyordu, bir ayrılık ve veda hikayesi. 12 yıllık hayat arkadaşı Zeytin ile geçirdikleri tüm zamanlar bir storyboard şeridi gibi geçti gitti, kurgusu olsun, içerik olsun, anlatım tarzı olsun gördüğüm en iyi kedi hikayelerinden biriydi. Neden, çünkü her okuyan herkesin kedisi olsun olmasın, kedisi ölmüş olsun olmasın içinde çok derinde bir yerlere dokundu. Hele bir de benzer bir hikayeniz varsa hıçkırıklara boğuldunuz, biliyorum. Çünkü ben boğuldum, sabaha kadar durmaksızın ağladım, annemin ölümünde bile arada mola veriyordum, bunda bir türlü durmak bilmedi gözyaşlarım, öyle ki en son Lali'min acısına dayanamadığımda bana gelmiş melek kızımı koynuma alıp uzandım, gözlerimden halen yaşlar akarken uyumuşum.

Farklı bir ertesi güne uyanmak isterdim, uyanamadım, bir kere o yara deşilmişti, öyküyü tekrar okudum, yaram tekrar kanamaya başladı, zırıl zırıl ağlıyordum. Oysa kızım öldüğünde kanser annemi üzmemek için gönlümce ağlayamamıştım bile, gizlice apartmanın yanındaki minik bir ağacın yanında bir yer kazmıştı bir abimiz, ben koşa koşa eve geldim, kucağıma aldım, öptüm sevdim okşadım, sanki hiç ölmemiş gibi...

Sonra beyaz bir kefene sarıp gömdük dünyalar güzeli kızımı, annemin çakır Emine'sini.

Lali Berte 13,5 yıllık hayat arkadaşımdı, ilk kedimdi ve son iki yıldır çok hastaydı, Avcılar veteriner fakültesine o kadar çok gidiyordum ki öğrenciler beni hoca, çevremdekiler veteriner sanıyordu. Düzenli her hafta, gerekirse haftada iki üç, hep oradaydık, kızım için kredi kartı borcu yapmamıza gülen bir sürü insan oldu, oradaki memurlar mesleğimi sormuşlar yaptığım masrafları nasıl yaptığımı merak edip... Lali'm de bir kan hastalığı çıkmıştı önce, Eosinophilic Granülom, bu ismi ezberleyene kadar 1,5 yıl geçti sanırım. Sonra gelsin kortizon tedavileri, şeker hapları, enjeksiyonlar, benim deri altı bir yana kas içi iğne yapmayı öğrenme sürecim derken... Lali artık çok yoruldu, annem evinde huzur içinde ölsün, artık getirip götürüp yorma, dedi. Dinledim, son kan sonucundan sonra, plt 5000 çıkınca büyük bir terslik olduğunu anlamıştım. Zorlamadım, evinde öldü. Nasıl çocuklarını doğururken evde  kimsenin olmadığı bir saati seçtiyse ölümünde de öyle bir zamanı seçti. Kediler sahiplerinin onların acı çektiğini ve cesetlerini görmelerini istemezler normalde. Ama zaten o bitkin hali ile nereye gidebilirdi ki.

Memo Tembelçizer'e bu hikayesini paylaşmama izin verdiği için çok teşekkür ederim.



Bir de kediler sahiplerinin hastalıklarını alırlar, çünkü onlar uyuyarak daha kolay atlatırlar. Lali'min özellikle son dönemde ne zaman midem ağrısa hasta hali ile mideme patileri ile masaj yapıp ağrımı dindirdiğini bilirim, Lila Lali. Belki de annem daha uzun yaşasın diye onun hastalığını da almaya kalktı. 

Ve o en son günlerinde bile sevdiğimde artık sesi zayıf gelse de mırıl mırıl mırlıyordu, sondan 6. kare belki bundan dolayı öyküyü yaşayanın yerine koydurdu. Kediler o hallerinde bile sahiplerini teselli etmek isterler, onlar üzülsün istemezler. 

O gün geldiğinde Lali Berte'nin de görevi artık gözlüklüyü unutmaktı.

Tüm ışıklar söndü, her şey söndü.

kahvaltı

+ Kızım bırak şu kartları parça pinçik etmeyi, git kahvaltını et bak yine saati kaç yaptın?
- Az kaldı anne, şimdi bitiyor...

göbek bağı

Bazı şeyleri yok etmek neden bu kadar zor? Neredeyse 11 ay geçti, hala daha boş Transamine kutusu, birkaç prospektüs, biri Zevalin, biri Pantpas... Zevalin dönemindeki uyarı kağıdı A4, buzdolabıuna mıknatısla konmuş olan, her seferinde dolabı temizleyip yerine aynen geri yerleştirdim, o gdince yalnız kalacakmışım gibi bir his...

Şimdi ortak kredi kartımızı parçalıyorum, aylardır kenarda duran, çoktan borcu kapatılmış, iptal edilmiş kartları. Siktiğimin bir kredi kartı insanı neden ağlatır? Onu keserken sanki göbek bağınızı kesiyorlarmışçasına neden bir acı hissedersiniz? Beraber yaşadığınız dönemler mi? Ödemeleri yaparken paylaşmalar, düze çıkarmaya çalışmalar, bir Bertecim az kaldı bitecek cümlesi, tüm borçlarını kapattım, bitti anne, sen öldün, her şey bitti.