2 Mart 2018 Cuma

What is suicide like

https://www.youtube.com/watch?v=VPkDFO7WTW4

It was like being underwater. I went inside, it was nightmare, blood, parts of people...

It was like a perfect circle of death.

That's every suicide, every single one, an act of terror perpetuated who has ever known you, everyone who has ever loved you, the people closest to you, the ones who cherish you are the ones who suffered the most pain, the most damage.

Why would you do that?

Why would you do that to people who love you?

24 Şubat 2018 Cumartesi

Muddy Waters

Ooh
Oh, oh
Ooh, in the muddy water we're falling
Oh
Oh, oh
Ooh, in the muddy water we're crawling

Sana o geceyi anlatayım mı? Dinlemek ister misin? Kendimi sakınamayacağım korkusuyla, kendimi sakınabileceğime duyduğum inançla, olduğum gibi gelmiştim. Biz daha bir toz bulutu bile değilken yüzüme çarptığın duygusal manipülasyonu görmüş ve savuşturabileceğimi düşünmüştüm. Bıçak atmada üstüme yoktur çünkü benim. Hiç bilmediğin bir şey var. O gece senin için gelmedim. Hiçbir zaman senin için gelmedim.

Uyumak istiyorum. Uyku tatlı tatlı çöküyor üzerime. Tek yapmak istediğim uyumak. Sen ise susmuyorsun, umrunda bile değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Nihayet uyuyacağımızı sandığım an birden bir girdaba çekiliyorum. O girdap sensin. Sanki dünyanın en doğal şeyiymiş gibi beni kendine çekiyorsun. Ayağımın altından kraterler kaymaya başlıyor. Buraya nasıl indik? Sanki hep öpmüşsün beni şimdiye kadar, ilk defa değilmiş de hep öpüyormuşsun beni, paralel bir evrende. Ne tuhaf, ben de hatırlamıyorum. Bir şeyin içine düşmüş hissediyorum sadece. Sıcacık, aileden, garip. Ne kadar düştük? Mağma mı o?

Her şey o kadar doğal ve o kadar olması gerektiği gibi ki, durdurmuyorum bile. Oturup dışarıdan izlemiyorum bu sefer. İçinde olduğum bir filmdeyim. O filmin kopacağını biliyorum. O filmi lime lime yapacağını biliyorum. O filmi her şeyden sakınmak istiyorum. Neredeyiz biz?

İçinde nasıl hayatımızı sürdüreceğimizi bilmediğimiz bir uzay boşluğunda sürekli düşüyor gibiyiz. Elimiz kolumuz sadece birbirinde yerini buluyor. Nereye savrulduğumuzu henüz bilmiyoruz. Sanki hep öyleymiş gibi, doğal, samimi, sıcak. Savrulmaya devam ederken yandığımı hissediyorum. Mutlu muyuz bilmiyoruz. İlk kan damlası ateşe o zaman düşüyor. Beraber mutlu muyuz? Beraber mutlu olabilir miyiz? Birbirimizi hiç tanımıyoruz, düştüğümüz yerlerden nasıl kaldıracağımızı bilmiyoruz. Yine de denedik. Denemeyi denedik. Ya da sadece denemeyi istedik ve denemiş gibi yaptık. Çağın hastalığı, miş gibi yapmak. Her şey yolundaymış gibi yapmak. Bir şey olmamış gibi yapmak. Delik deşik değilmiş gibi yapmak. Go Johnny go go!

Egona o kadar çok çarpıyorum ki önceden kırılmış yerlerim çarpışma şiddetine dayanamayıp unufak oluyor. Ben hiç mutlu değilim. Ardıma bakmadan kaçmak istiyorum. Her seferinde ardıma bakmadan, topuklarıma vura vura kaçmak istiyorum. İçine düştüğüm şeyin kalıbına bir türlü uyamıyor ruhum, bedenim. Kulağımda süreğen bir fısıltı: Run for your life!

Bir kabusun içindeymişim gibi kalakalıyorum. Bir kabusun içindeyim, sendeyim. Kaçmayacağım. Her neyse gelsin, ben korkak değilim. Kaçmıyorum.

Salak! Kaçmalıydın.

Kaçtığımı sanıyorum. Saçma bir cimnastik aletinin üzerinde sonsuz yürüyorum oysa ki. Tekerlekteki hamster. Hatta bazen yetişemiyorum, geriye düşüyorum, burnum kanıyor. Ne çok kanattın beni. Blood is thicker than wine.

Oh, I will ask for mercy
I will come to you blind
What you'll see is the worst me
I'm not the last of my kind

Bıçaklar çıkıyor sahneye. Eyvah! Birazdan içimizde dönmeye başlayacaklar. Salak! Neden kaçmadın aptal!  Kaçamam, dökülmeye başladım. hani bıçak atmada üstüne yoktu? Blood is getting thicker.

Nefes alamıyorum, kalbim sıkışıyor ve yığılıyorum. Ölümcül hata! Karşıdan gelen dev bir topuz son süratle telefonun alarmına çarpıyor. İkisinin arasındaydım. Rest in pieces bitch! Don't look for peace where even death can not take you.

Sonsuz bir yarın düşünde kilitli kaldım. Tomorrow and tomorrow and tomorrow... Kapıyı yumrukluyorum, nefesim giderek sıkışıyor. Hiperventilasyon? Aç şunu lanet olası yaratık! Oksijenim azalıyor. Kanamam artıyor. Birden arkamda bir kapı açılıyor ve insana dair olmayan bir el boğazımı sıkmaya başlıyor. Tek kaçış yolum o elin sahibinin üzerine doğru koşmak ve içinden geçmek. Birden arkamı dönüp içine saplanıyorum. Blood is getting thicker. Yapış yapış bir hüznün içinden gözlerim kapalı geçmeye çalışıyorum. Işık olmalı. Işık bir yerlerde olmalı. Işık, daha fazla ışık! Aileme geri dönmeliyim. O sıcacık, huzur dolu, güven dolu yatağa geri dönmeliyim. Çekil yolumdan iblis! You will not prevail!

Üstüm başım kan içinde. Bedenimdeki tüm dermanlar kumun içinden derinliklere süzülmüş. Dizlerimin üzerine çöküyorum. Gözlerim kararıyor. Bir söz söyleyecekmiş gibi ağzımı nafile açıyorum. Black out! Blackened in the end! Tek bir sözcük çıkamıyor. Nefes havada asılı kaldı. You just keep me hanging on...

Ooh
Don't fail me now
Put your arms around me and pull me out
Ooh
I know I'm found
With your arms around me, save me now


10 Aralık 2017 Pazar

Anahtar

Hayır bu olmuyor, değil mi? Bunu yapmış olamam, değil mi? Panik içinde ceplerimi boşaltıyorum. Buralarda olmalı. Oysa tüm gün kendime süresiz yükler yükledikten sonra nefes almamacasına koşturarak son durağıma, kapıma vardığımda içeri gireceğimden çok emindim. Bir andan daha kısa sürdü kendime dair, hayatıma dair her şeyin nasıl da pamuk ipliğine bağlanmış olduğunu anlamam. O an, yıkıldım, ne yalan söyleyeyim. Kendimi zar zor daire kapısının içine attım, önüne değil, içine. Yükleri önüne bıraktım. İzimi kafamda sürmeye başladım ve ilk telefonu ettim. On beş dakika sonra aramamı söylediler, oradaysa her şeyi kapının önüne bırakıp koşarak gideceğim. On beş dakika geçmek bilmedi. Bir kedim içeride, bir kedim dışarıda ağlıyor. Bir terslik var. Evet, var. En büyük terslik benim. Kapımın önünde, mermer merdivenin soğukluğunda çaresizce oturuyorum. Tüm kapılar yüzüme kapalı duruyorlar, kendiminki dahil. Bir insan nasıl kendisini evine giremeyecek duruma sokar? Böyle bir lüksüm var mı benim? Herhangi bir lüksüm var mı? Ağlayacak gibiyim, keşke ağlasam. On beş dakika geçmek bilmiyor. Geçti. Tekrar arıyorum. Öyle ki komşumun kapısını çalmaktansa, o kadar yolu gitmeye razıyım. Çok zor karar. Çok saçma. Parçalanıp gidecek gibiyim olduğum yerde. Telefondan gelen ses bana başka çare bırakmıyor. Kapıyı çalıyorum ve bir mucize gibi açılıyor. Cuma gecesi, herkes eğleniyor. O kapı ise açıldı ve çözüm orada. Bulundu. Rahatla artık, rahatlayabilir misin? Sandığından çok daha kolay oldu üstelik. Boşuna kapıda çaresizce oturmuşsun. Boşuna başına damlar yıkmışsın. Gir içeri ve çıkma. Rahatla...ma. Her şeyi içeri bırakıp izimi gerisin geri sürmeye başlıyorum. Adımlarımı geri geri tepiyorum. Eve giderken parkta birisi selpak düşürmüştü. Selpak olduğu yerde duruyor hala. Ben ise duramıyorum. Sonsuza kadar yürüyebilirim. Yürüyorum.

Titizlikle taradığım tüm yollar üzerime kapanıyor. Yürüyorum, hala enerjim var. Bu geceki planın neydi Lali? Yürüyorum ve taramaya devam ediyorum. Bir planın daha gerisinde kaldım. Hayatın bir tık daha gerisindeyim. Yine. Öylece bakıyorum. Yürüyorum ve duramayacağım diye korkuyorum. Saat, sürekli saate bakıyorum. Dönmelisin Lali, gitti giden ve çözüm de buldun. İçeriye girebilirsin. Herkesten kaçıp sığındığın kalene dönebilirsin. Kendimi ensemden yakalayıp rotamı geri çeviriyorum. Şu saatten sonra bir anlamı yok. Hiçbir saatte olmadı ki. Neden kendimi yollara vurdum sanki? Zaten yollardan geliyordum, saatlerdir durmaksızın yürüyordum. Dayanamayıp parkta bir banka boylu boyunca uzanıyorum. Bana ulaşan tek ses kafamda çınlayan anıları uzağa itiyor. Yürürken hepsi birden üstüme üstüme geliyorlardı. İki sene öncesine gittim, o kapıyı çalmanın zorluğunu boğazıma tıkayan geceye. Bu olay sonrası üzerime yapıştırılan ve yapış yapış sıyıramadığım, tüm cildimi bozan etikete, o etiketin üzerime yapışmasına neden olan tek bir cümleme. Kendimi koruyamadığımı düşünüyorum.

Üzerime bir enkaz daha çöktüğünde, her şeyi kestiğimde, revan kana bakakaldığımda yine de istememiştim anahtarı. En fazla ne yapabilirdi, o kadarını da yapmazdı. Bu kadarını da yapmasını bekliyor muydum sanki? Herkesten her şeyi bekliyorum artık. Kendimden de.

Peki neden? Hala güveniyordum. Hala güveniyorum. Hala biliyorum ki... Hiçbir şey bilmiyorum. Kimi kandırıyorum?

Bir dayanak. Bir felaket senaryosu. Yakında kapınızı açacak birilerinin olması. Ne kadar büyük lüks. Her şeye rağmen o lükse sığınmıştım, bir şey olduğunda, olursa, gelip bakardı, o kadar da değildi, hala güveneceğim eski dostumdu. Anahtarı almamla son dayanağımı da kendi altımdan çektim.

Bir daha buradan çıkmayacağım. Bir dayanak bulana kadar buradan çıkmayacağım. Bir dayanak bulabilir miyim? Hayatı parmak uçlarında yaşayıp kimseye rahatsızlık vermemek için çaresiz ve sokakta kaldığımda bile kimseyi arayamayan, yardım isteyemeyen ben, bir dayanak bulabilir miyim?

Yığılıp kalmaktan çok korkuyorum. Arada yığılıp kalıyorum. Ne kadar da çok korkuyorum. Kendi üstüme kilit üstüne kilit vuruyorum. Neden. Bu ben.

Peki sen, beni sadece çaresiz kaldığımda mı seveceksin? Sadece çaresizliğimi mi seveceksin?

O bağı tekrar kurabilir miyiz? Kurmalı mıyız? Rüyamda görüyorum seni, senin için bir şey yapmak istiyorum. Olan her şeyi affetmek istiyorum. Bana karşı dürüst olabilir misin? Bana o grotesk sahneyi unutturabilir misin? Üzerime yıktığın enkazı kaldırabilir misin? Her şeyi tüm çıplaklığı ile anlatabilir misin?

Senin için bir şey yapmak istiyorum. Ne olduğunu ben de bilmiyorum. Tüm kapıları üzerime kapattım. Karanlıkta bekliyorum. Artık hiçbir şey bilmiyorum. Kendimi boşluğa astım. Her şeyin sona ermesini bekliyorum.

"günler öylece kendi kendine geçsin diye
bir camın arkasında durdum
bana dokunmasın hiçbir şey
hiçbir şey yarama merhem olmasın
iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
bir camın arkasında durup
akan hayata ve zamana baktım."



29 Ocak 2015 Perşembe

anneanne


Aslında başka bir şiirle başlayacaktım ya da başlamalıydım ve hatta başladım.

Tepeleri aşamıyorum
Alaşağı edilmiş sistem
Haplarla yaşıyorum
Bunun için şükredemem

Leonard Cohen


Anlam veremediğim bir karışıklık var. Herkes bir aşağı, bir yukarı sürekli hareket halinde. Okulun binasına bakıyorum, buz gibi ve bomboş. İnsanlar sokakta. Hepsi yangından bir şey kaçırır gibi kendilerini kaçırıyor belirsiz bir tufandan. Sokakları arşınlamaya başlıyorum. Yokuşlar en zorları çünkü yer yer uçurumlarla kesiliyorlar, atlamak gerek ve herhangi bir kayaya çarpıp parçalanmamak gerek. Şimdiye kadar enteresan bir şekilde ölmemeyi başardım. Tanıdık bir sokağa geldim, çocukluğumun ilk evi. Bakkalın oradaki kestirmeyi kullanıyorum. O duvardan yere bir yerimi incitmeden inmeyi başarırsam sonrasında başka tehlike yok gibi. Kestirmeden apartmanın girişinin olduğu sokağa çıktığımda üst sokaktan gelen anneannemi görüyorum. Koşarak girişe doğru gidiyor. Gitmemesi lazım. Biraz önce bomba ihbarı yapılmış, insanlar o yüzden kaçışıyormuş. Yolundan çevirmesi zor, uzun bacaklarıyla hızlı ve emin adımlar atan anneannemin üzerine atlıyorum. Beton bir plakanın üzerine düşüyoruz. Durdurabilmek için atlamaktan başka şansım yoktu. Öylece uzanıyor anneannem, ona sarılıp ağlamaya başlıyorum, ağlamaya çalışıyorum aslında, hıçkırıklar göğsümde kitleniyor. Bana sarılmıyor, hiçbir şey demiyor. Öylece uzanıyoruz. 
Onu bombadan kurtardım, ölmeyecek. 

17 Kasım 2014 Pazartesi

Bir İlhan Berk Silsilesi - Aşıkane Vol. 2

İSTANBUL

   Küçük, yatık bir dikdörtgen. Ve bir tümce: İstanbul, 1574; Braun-Hogenberger, Gravür.
   Bir altyazı. Gotik bir resimüstü yazısını ortalıyor: BYZANTYUM LUNC CONSTANTINOPOLIS (böyle okuyorum). Belli Hogenberger'in elinden çıkmış. Giderek resmi dokumaya başlayacaktır: çizgiler, üçgenler, dörtgenler inip. Dikeyler çıkıp. Alımlı. Özerkli. Hogenberger'in alfabesini kurmak için. Dönüşüp bir büyük sözlüğe İSTANBUL adlı. Tahtadan. Değil mi ki bir gravürdür: Kazılacaktır, çelik bir kalemle. Baka baka bir taşbasmasına. Galatalı bir Yahudi'nin verdiği. Bir serseri gravürcü ruhu sezip Hogenberger'de (ki uzun zaman dut, incir satmıştır. Biraz da haritacılığı vardır, dolaşmış bir adam olarak. Ve Lonca'da oturur. Şimdi ağaç üstünde çalışır. Serip önüne İstanbul resimlerini, geceleri. Yeditepeli. Düzlüklü. Vadili. Takviye duvarlı. Bu gravürdeki gibi.Bu gravür: Ben de oraya gelmek istemiyor muyum? Bu öndeyiş'in başka anlamı olabilir mi? Bütün öndeyişler gibi bir ek ve gereksiz. Ama onsuz olamıyor işte. Bütün o ustaları düşünün! hangisi kurtulmuştur bundan? Ve girivermişlerdir konuya? o güzelim ders kitapları gibi. Yalın ve dolaysız. İlk sayfaya bir "İçindekiler" düşüp, büyük puntolarla, alt alta ve geometrik. Peki ama hemen niçin girilmez konuya? Uzatmadan sözü. Ve konumu çizip kabaca. Ve tarihe bir çıkma yapmadan? Bir yarımada deyip örneğin).

   Bir yarımada. Bir üçgene öykünür. Üç boyutlu. Yatay ve şiş. Doruklaşıp bir burunda. Ve bir çizgi çekerek. Haliç'e. Ve düşürerek koylar, adalar. Bir anakaraya çıkar. Üç yandan ve tepeleme. Kuşbakışı bakıyordur çünkü. - orada da kalacaktır. Bir doğruyla tamamlayıp kendini; 18 mil. Çıkıntılı ve içeril. Çünkü kapanacaktır, doğrultarak tepelerini. Yedi uçtan, sessizce ve dik. Caddelere, yollara iner. Bir boğaz aşıp, uzun, dar. Rumca harflerle anılan bir denizde ölmek için. Ve bir çıkma yaparak: TÜRKELİ diye. Üç denizli (hep kuşbakışı baktığından bir İsanbul haritasına).Ve körfezlerde dinlenecektir. S'ler, U'lar, vb. yapıp. Sonra yine içine dönecektir. Adalar bırakarak yine, -aykaları dışarıda kaldığından. Bir ahtapot gibi atıp kollarını. Artık orada çiftleşir, - ayrı gövdesinden. Ve ihtiyarlar: cami avlularında, çocukların elinden tutup. Yatarak çocuklarla, ağızları güzel. Ve karanlık. Ve İmparatorsu (Hogenberger de öyle yakalamıştır: Kara ve bir hüznün içinde). Onun için kazar. Siyah boyalar, mürekkepler döküp. Bir tahtayı. Damarsız. Düz. Güneşlerde kuruttuğu. Hala yağları sızar. Ve şimdi elinin altında kayıyor. Ve ceviz. Apayrı kendinden. Hep ayrı yaşamıştır çünkü. Onca göçler, yangınlar, hiç işe yaramamıştır çoğaltmaktan başka yalnızlığını.  Onun için bir Türkeli'dir. Düz ve duruk. Hala da öyledir. Boşuna çıkılmamıştır ki o surlar: iki kat ve yüksek. İşte bütünbunlar için yalnız ve bir başına. Sağadönük ve çıkıntılı. Bir gravüre çıktığı kadar.Yani silik. Mademki kağıda çıkıyordur bırakacaktır tarihe adını ve Hogenberger'i. Yavaşça saydamlaşsa da Pera'da ve Galata'da. 12 kapılı. Hiristos kuleli. Ve latince Yazıtlı. Değil mi ki resim yapıyordur gölgeleri kullanacaktır. Koyu, açık, daha açık. Notlar alarak hep. Oranlar düşürüp bütün haritacılar gibi. Bir resim-haritadır yaptığı. Yolları inişinden belli değil mi? Eğrilerle ve kapkara. Beyaz bırakıp denizleri. Ve Boğaz'ı. Bir yarımadadır işte.

   Onun için kazır. Bir resim düşü: bir monogram için Ve çağdaş. Bugünleri düşünmüştür çünkü. Dikilir padişah portreleri düşürür: Orhan. I. Murat. I. Beyazıt. I. Mehmet. II. Murat. Yavuz Selim. II. Beyazıt. Ortalayıp Fatih'i. Uzun yüzlü ve sakallı. Büyük hepsinden. Yalnız Kanuni at üstündedir. Kara ve büyük gözlü.  (Kanuni'yi biliyorsunuz: Geniş alınlı ve kısa bacaklı. Hiç gülmez. Onun için hiç odalık kullanmamıştır. Ve pudra sürer ve kara). Üç atlı önünü açar. Silahlı. İleriye bakarlar. Ve kapar Tophane önlerinde, daireler içinde. Yüzden ve profilden. Kavuklu ve sorguçlu. Kadırgalar geçirip Venedik işi (Bir Venedikli değil midir hem. Alman uyruklu. Ve aksoylu. Galata'dan çıkmaz. Oradan bakıyordur çünkü. Sırtlanıp denizi, elinde kalem). Bir bir görürüz artık selatin camilerini. Hep bir dile vuran. Bir dil, devimsel. Yukarıya doğru genişleyen ve düşen. Bir bitiş dörtlüğü gibi. Ama evler çıkacak, yalılar inecektir. İner de. Hep bir çelik kalemle, yazarak adını. Artık Langa'ya çıkar. Denizi özlemiştir. Ama durur hemen Karaköy'e vurup. Artık çocuk seslerini oyar. Bir kuşu çevirir. Bir balığı kaldırır, vb. Hem sıra İstanbul otlarındadır. Bir yaprağı işler. Bir selviyi eğer, eski bir Üsküdarlı olarak. Bir mezartaşını kaldırır. Geçip Balkapanı Hanı'nı kalın bir çizgiyle, -bir çerçevede kalsın diye. Ama kalmaz ki. Yeditepe'yi dolaşacaktır.

   Anemas Kulesine sürtünüp geçer. Sağda bırakarak Theodos Surlarını. Bir haçın yanında dinlenir artık. Sapsarı İsa'sı elinde. Onu öper. Ve yeniden kazar surları, kasırları. Bir yalının önünde durur. İki kapılı. Karanlık. Daha iyi görmek için Sarayburnu'nu ve Topkapı'yı. Topkapı! Bir kent. 699.000 m2. Bir tavan: kubbeli ve sedef. Bir kaside: uzun. Ve akağalar. Kalın duvarlı bir taş. Dört dörtgen. İç içe. Bir Babil Kulesi çıkıyordur sanki. Ağaçlıklı. Zülüf Ağalı: Bir kadırgaya çarpan. Artık Atmeydanı'na çıkar. Bir beşgen biçiminde, İncilci İoannos'la, elele. Saray kuşlarını görmeye mi? Ya da Mısır Dikilitaşı'nı mı? Bakır küreli. Cihannüma Tarihi'nde geçen. Artık bakacaktır: Camından bir kahvenin. Haçını sarkıtıp. Dikip gözlerini Süleymaniye'ye. Büyük avlulu. Ve dört köşe. Ve bir zaman çıkmayacaktır, çay içip. Elinde Melling'in gravürleri (ya da ben böyle diyorum Melling'i düşünüp. Sevgili Melling'i! Ve III. Selim'i. Baharat, kuşçu dükkanlarından çıkmaz. Ve Boğaz'da dolaşan. Elinde şemsiye İstanbulinle). Artık nerede midir? Yüksek Kaldırım'da? Aya Nikola'da? Binbirdirek'de (ya da). Yüzünü dönüp Ayasofya'ya. Dimdik. Bir doğru. Petrios kapısında kırılan. Bir tuğra biçiminde, bir mühürde. Neden sonra sahillere inecektir okuyarak Piri Reis'i, dura dura hep.

   Bir ada Asağik ve Lazar'a göre. Çıkıntılı. Ve Ermenili. 20 ayak içsurlu. 10 ayak dışsurlu. 225 kuleli.* Avar akınlı. Andreas, ilk piskopos. İonnus, aziz. Stakis, kendisine selam yazdığı. Macedonis, ilk konsül. Photius son patrik. Aya İrini, kilise (görünmüyor). İoannes, vaftizci ve Fatih gibi nikrisli. Rosario, bir bakire. Mihael, imparator. Hıdraulis, kemer. Khrisi pili, bir yapı. Hovannesyan, bir sarraf (Peralı. Dükkanında yatar. Lazar'la düşer kalkar. Ve I. Ahmet gibi 14 sayısını sevmez). Ayvansaray varoşlu. 17 Yahudi mahalleli. Got sütunlu. Dikilitaşlı. At ve eşek. Ve han. Bunun için de bir ada. Ama bir gravür olacaktır. Bir tahtada. Evleri, duvarları, kitapları dolaşır, madene, demire, çinkoya, vurur, kadınlara çıkar. Ama tahtada kalacaktır hep. Ölerek. Hep İstanbul olmak için. 1574'lere doğru. Bir sabah mı? Ve bugünlere. Bu saate. Değişmeden. Bir durukluk yasasına doğru. Sonra duvarına dönecektir. Gravür asıllı. Theodos hendekli. Olduğu gibi: Berk'ce. Ve

durur. Çünkü Galata'dadır. Bir ilçe. İki yokuşlu. Hendekli ve kavisli. Denizi dolduruyorlardır. Bir Arap önünü kapamıştır. Latince geceyi haber veriyordur. Zincirler çekip. Ve 12 kapılı. Acı sulu. 146 basamaklı. Uykusuz Manastırlı. Ve Voyvodolu. Ve dikdörtgen.. Ve Latin kiliseli. Meryemli: İncilci Luka'nın yaptığı, gümüş kaplı. Ve küçük Thodosius'un karısı Eudoxia'nın Pulkeria'ya gönderdiği, ve Pulkeria'nın hep yanında taşıdığı ve Meryem'in iki kör adama göründüğü, sonra da gözlerini açıp yeniden görünmediği, Aya Dikola'da. Surla çevrili. Venedikli ve Pizalı. Ve okçular yerleştirdiği.Artık kulelerde yaşarlar. 47 yıl 13 gün ve 5 saat.

* Kule sayısı ve yükseklikleri için bak: Gullis, kit. I, 193; yine bak: Du Gange, kit. I, no. 13.

   Ama biz gravüre dönelim yine. Ve Hogenberger'e. Ve ne görüyorsak onu söyleyelim. Birinci şahısla. Şimdiki zaman çekimli. Gerçeğe en yakın ve en kısa yol (görüyorumla başladığından). Öyleyse: Ey gözüm benim! başlamalısın görüyorum diye bir yolu, uzakta. Samatya önlerinde kıvrılan, bir surla. Ne çok sur mu? diyorsun. Başka türlü olabilir miydi? Değil mi ki bir yol ağzıdır, kapanacaktır. Bir rüzgarla. Ortaçağlı. Peki başka ne görüyorsun? tepeler mi? Gökyüzüyle kesilen. Sahi gökyüzünü unuttuk. Bir korsan haritasına benzeyen, ve İstanbul'dan hiç çıkmayan. Evet o gökyüzü gördüğün. Byzantion yüzlü. Büyük Kostantin'in baktığı (Sarı olduğunu söylüyorlar. Ve çok korkmuş. Çok yaşadığından. Zaten al elbiseler giyer Got'lardan korkar Vizigotları sever. Tunç. Tahta ve taş).Ve dur. Eline alıp bu gravürü. Bir kitaptan koparılmış ve masaya serilmiş, ozanın. Ve hep baktığı, piposunu yakıp. Her sabah. Bir Atakent'den (kötü bir tümce ama karalmayacağım). Giyinip. Bir yaşamlar için: içinde dolaşacağı: Haçlılarla. Bir yaşama işte. Onun için de duralım. Ve bitirelim. Bir ayraçla -böylesi daha iyi. Öyle başlamadık mı? Öyle sürmeli. Öndeyişe koşut. Özetsiz. Çıkmasız. Ve "Ey"siz -Kırıp boynunu şairaneliğin. Böyle işte.






                                                                                                         Bu Kayser toprak tarttı.


---------------------------

ÖLÜ DOĞA

    (Hezergradlı Zade Ahmet Ataullah)

    Hezergradlı Zade Ahmet Ataullah, diye imzalamış bir gülü Ahmet. Kanırtıp dalından,
    III. selim'in bir çiçek ressamı olarak
    Bir kağıda.

    Ölü.

    Eğerek yeşil bir dalı, yedi yapraklı ve dikenli. Dikey bir açıya dönüşen yukarılarda.
    Ve düşürerek goncasını. Baş aşağı.


    Duruyor. katılıp doğaya,
                                           bir kağıttan.

ANKA

    Anka. İsim. İki hece. A'yla başlıyor. A'yla da bitiyor. Düz. Geniş.

    Bir simge. Bunun için de bir elma gibi ele gelmez. İslam Ansiklopedilerinde geçer.Zaten Müslüman bir kuştur.Gökyüzlerini sever.

                                              (Ünlü gökyüzlerini!)

    Arap denizlerinde öter, Kenaneli'nde

    Haç seferine katılır Fuhuş'u Atik'de. Ahmet Rasim'in omuzlarına çıkar. Encyclopaedia Britanicca'ya girmiş bir kuş olarak.

    Diller bilir.

    Divanına devam etmiştir Süleyman Peygamber'in. Boynunda ölü kuşların listesi, soluk el yazılarıyla. Sonra da görünmemiştir.

    Saydam,
    Aksaraylı Oğlanlar Şeyhi İbrahim'in bir gazelinde. Zülkarnen'le dolaşır.


    Bir resimde uzun boyunlu. Hicazlı bir çerçinin çoğalttığı. (Kakma).

    Asurlu. II. Dara'nın albümünde bulunmuştur. Charlemagne'a yapışık.

    Rübab-ı Şikeste'de bir beyit düşürür Tevfik Fikret, ilk çağlı bir kuş diye. Serçeyle karşılaştırır. (Bu iki sözcük çizilmiştir).

     Yöresinde dönerler bir puhu kuşuyla İsa'nın: Fransızca bir şiirde:

                                          (Gözün Gözbebeği İsa!)

     Kuşların Cinsel Tarihi'nde en kabarık yer onun: Bir oğlanı dağa kaldırmıştır. Ayağında V işareti.

     Şimdi Kafdağı'nda. (Ölü). Uzun. Beyaz.          Ceseti yok.


      Dudakları etli.



     Anka ile serçe ne mümkün
     Bir sahada olsun mütekarin.

------------------  
SİS

Kalemini bırakır. Kalkar. Simgeyi koymuştur artık. Bütün uyaklara açık. Geniş. Boyutlu. Ve cesur (Cesur, simgeyi açmaktan korkmaz çünkü: surlar, kaleler, zindanlar. Ama niçin mi bu simge? Ne dediğinizi anlıyorum. Bir simge bir çığlık

----------------------

                                                                                                                         olamaz diyorsunuz.
Doğru. Bir çığlık olarak yazılmıştır da ondan. Onun için ünlemsiz edemez. Ünlemlere durur: Gözü yuvasından çıkarmak için. Madem silahlanmıştır. İmlere sarılacaktır.

-----------

    Ve bir beyit, siyah (altı çizildiğinden) Bir ölüm beyiti. Soğuk. Sıkıntılı. Bölüp şiiri ikiye. Yeni bir görünüm çizmek için, bir isyana. Saygın. Yürekli.

----------------

    Artık "Ey"le yazar. Gömleğinin yakasını açar. Bıyıklarını daha bir bırakır. Hem ne zamandır boyunbağını da atmamış mıdır? Herkes gibi giyinir. Gösterişsiz. Sade. Bir işçi gömleğiyle inecektir Babıali'ye: cebinde, Sis. Bir parti şairliğine hazırlık. Umutlu. Güler yüzlü. Ağbeysi gibi: namık Kemal (Bir başucu kitabı).

    "Ey"le yazar işte. Ürkünç. İlençli. Yırtıp bir Sis'i.

     Bir çığlıktır artık. Elinden çıkmıştır çünkü. Ve éey"leri yerini bulmuştur, ilk kez. Etkin. Eylemli.

------------

    Ve bir metin: aristokrat. Donmuş. Ve levanten. Ama bir çığlık olmuştur işte: çağına (ayak öpmeler, ağızlar, yalanlar, çocuklar, katil kuleler). Yeni bir ünlem koyarak, bir İbretler Tarihi'ne (Bunu söylemeliyiz).

    Durur. Dağıtmıştır çünkü. - kuşlar, saraylar, silahlı korku, kılıç ve kalem - hem ayraç kapanmalıdır artık. Grafiğini çizmiştir çünkü şiir. Doruklar çıkıp. Nicedir yeraltlarında dolaşmış, yalnızlıkları silmiştir, - çağının büyüttüğü. Onun için güneşlere çıkmalıdır. Evlere girmeli. İnmelidir alanlara, çarşılara. Silahlanıp. Bunun için yazılmadı mı? - onun için kapanır, son bir çığlıkla, ikileyip aynı ölüm beyitini, bir imzayla: tevfik Fikret, 18 Şubat 1317. aşiyan. Yeni bir ayraç açmak için, Rücu'ya.

---------------

Kalemi elime alıyorum, Berte ben. Yoruldum. Hiçbir kitapta değil ama Aşıkane'de yoruldum. Neden böyle bir silsileye başladım? Ayrılıyorum kitaplarımdan çünkü. 2007'nin bir kasım'ında ön sayfalarına not düştüğüm, Deniz Eskisi hariç, hepsi Adam Yayınları'nın birinci baskısı olan altı kitap duruyor önümde. Alırken onları ne çok sevmiştim. Kapaklarını ne çok sevdim. En sevdiğim Galile Denizi'dir mesela. Aşıkane ve Atlas'ın kapak dokuları da aynı olduğu için severim. Çok büyük bir beklentiyle almıştım bu kitapları. İçinde not düşeceğim bir satır bulamadığım Çok Yaşasın Sayılar ilk hayal kırıklığım oldu, bir türlü yıldızım barışamadı İlhan Berk'le. Birazdan bir sahafın raflarını süsleyecek olan bu kitaplar, ancak bir kere okunabildi. Okuyamadım, elim gitmedi, ruhum sıkıldı. Bu silsilenin yedinci kitabı Pera yerinde kalacak sadece ve hayır Inferno'yu okumadım.

Eskiden altı çizilirdi ya kitapların, tekrar tekrar okumak istediğimiz kısımları işaretlemek için. İşte ben bu silsilede bunu yaptım. Noktasına, virgülüne, çoğunuzun imla hatası diyeceği pek çok şeye zerre dokunmadım. Orijinaline sadık kaldım.

Bitti mi peki Aşıkane? Bitmedi. Bazı şeyler yarım kalır çünkü bu böyledir. Bu kitabı damıtmam da yarım kalacak. Kalsın.

Bunu yazmazsam eksik kalırdı yalnız:

  SEX
                                             CONTAINS
                                                                                                         ALL.

Neyse daha kitaplar satılacak, kira tamamlanacak...

16 Kasım 2014 Pazar

Bir İlhan Berk Silsilesi - Aşıkane

IX

Sen boyuna bir merdiveni çıkardın ve boyuna inerdin.

X

Sondeyiş

            (Ey sen! Ve ey...) Ölü gelir akşamı kor. Bakarız biz. Siyahi lambayı yakar. Çıkar kızlar. At kımıldamaz. Ölüye solur. Gök girer. Halıları toplar. Kızları çağırır. El sayfayı kapar. Sesler aşağıya iner. Evlerin içini dolaşır, gelirler. Bir testiyi kaldırırlar.
             O sarı durur. Tırnakçı gelir, Padişah'ın* el ve ayak tırnaklarını keser.

             Ölü sıkılır. Karanfili iter.

----------------------------------------------------------------------------------------------------
           
              Bir kanalı inerim ben.

----------------------------------------------------------------------------------------------------
                                                                                                                  Paris, 1964

*ölünün



BAHÇE

Bilmem bu yalnızlığı nasıl atar üstünden
Bu kış bu bahçe.

SOYUNUK

Soyunuyordun,
Soyunduğun çıkıyordu her yere.

CUMARTESİ

Bir yarım gün cam sildi cumartesi,
Şimdi dışarıyı seyrediyor.

KÖPRÜ

Kentin dışında
Köprüyle adam ağız ağıza vermişler.
Ne konuşuyorlar öyle?

AY

Bir yalnız
Gökyüzünün sözlüğünde.

KENT

Bütün gün çalıştı kent.
Caddeleri, sokakları koştu
Göğün buyruğunda.

Şimdi akşamın olmasını bekliyor.

KARADENİZ

     İşte Karadeniz üstüne bildiklerimiz:

     Bir içdeniz. Bütün içdenizler gibi de yalnız bir sudur. 41-47 kuzey enlem. 27-41 doğu boylam.

     Kuzey yarım kürede bir çıkma. Bir dipnot. Ölü Selçuk kentlerine girer.* Sığ. Sıkıntılı.
 
     Güney Bug önlerinde mavi. Saint-Georges ağzında paskırmızısı. Durağan. Bir kolunu sessizce Akdeniz'e atmıştır. Sanki sülüs bir yazıdır. Karahisari'nin elinden çıkmıştır. Anakaraya vurur. Ürkünç. Soğuk. asi.

     Heredotes'den beri var (Heredotes mersin balığından söz ederken Karadeniz'i anar). O zamandan "muzlim" bir denizdir. Suryanice betiklere çıkar. Dikey bir çizgi çizip, Kerç'e ve Dinyeper'e.
     Yunan, Roma yazarlarının evlerinde durgun, sessiz. Bir ikon: haçını düşürmüş. Üzgülü. Çalap işi.
      Görmüş geçirmiş bir deniz, Batlamyus'da. Arap, İranlı coğrafyacıların elinden tutar. Cihan haritası'na girer İdrisi'nin. Taşbasması. Dairevi.


      Özdeğin Gizemsel Tarihi'nde yorgun,
                                                                  kaba,
                                                                          çirkin.

      Bir biçimci. Çelişmesiz. Kalımlı. Dural. Ölüme sık sık şahbeyitleri düşürür. Usa arkasını dönmüştür. (Us bir frengi mi der?).

*Ölü Selçuk kentlerini gördünüz mü?

      Büyük yaşıtı Hint Okyanusu gibi uzun boylu. Eksibeli. Eski bir Euksinli. emeğinde bulunmuştur Fatih'in, patrikle. Karangat çağını över. -- Beyaz Denizle ilk temas diye mi?
      İhtiyar (Bir ihtiyarlık resmine düşer. Bir ihtiyarlık resmi! Evhamlı. Duruk. Çağrışımsız. Ünlemler,  silmeler,  çıkmalar. Engine arkasını çevirir. Körfezleri sever).

     461.567 km3. Bütün sıvılar gibi bir kaba konur. Bir kapta öbür deniz suları gibidir. Daha az tuzludur. O kadar. (Bir içdeniz hüznü. Sanki Datça'da yaşıyordur ve Papa denizleri bölüştürüyordur. Bir gravürde. Pontus Euxinus yazılı. 27 X 15. Çinko.)
     Bir kalebent. Kara. Hırçın. Zincirlerini sürür.

     Pontus Euxinus: misafirperver olmayan deniz.

     Dünya den,z dergilerinde, o da arka sayfalarda, ilanlar arasında geçer. Kapakta adı yoktur. Adı da Adriyatik, Azak, Akdeniz gibi güzel değildir. K'yla başlar. hiç de güzel bitmez.
     Okullarda resim derslerinde suluboya çalışmalarına katılır Karanlık bir deniz simgesini canlandıracaktır, bir boğa biçiminde. Soluk.
     Genel Deniz ve İçsular Ekonomik Coğrafyası'nda kapalı. Issız. Kapalı bir deniz olmak ona dokunmuştur. Öyle yaratılmamıştır çünkü. Ama öyle olmuştur işte.
     "Başkaları Cehennemdir" mi demiştir?

      Bir siyah-beyaz. Yabanıl.

      Papa XII Pie gibi önü açık yatar. Bir eski zaman orospusudur sanki. Sarkık memeli. Huysuz. Yatalak. Beyaz çoraplar giyer. Zaten hünsa bir denizdir. Derisiyle sevişir. Soğanlar, döğülmüş biberler, adamotları kullanır. Kuvvet macunları karar, on üç kalemlik. Havanında II. Beyazıt'ın. Soyunup (Çok uyumuş, sıcak iklimlerde kalmıştır çünkü. Yasakları sever. Sık sık orasını yıkar. Yağlar. Dişlerini takıp. Erkeklik organları kazır duvarına. Damarlı. İnce. uzun. Orgazmlara gitmek için - oğluyla. Yattığı yerden. Ayakları galoşlu).

    Bir nesne (Karadeniz adında).
    1. Bir yer kaplar çünkü.
    2. Bir tarihi vardır (kurşunkalemin de bir tarihi vardır).
    3. Değişir (evrim sonucu). Bir denge kurmak için. Yatay olması dengeli olduğunu göstermez:
          a) bir bardakta duran su da yataydır,
          b) bir şiir de yatay olabilir,
          c) bir ölü de (tırnakları uzar, sakalı çıkar).
    4. Bir sonlu. Yoğun. Saydam.

      Bizim bir denizimiz olduğunu söyledik mi? Bizim bir denizimizdir. Akdeniz'le karşılaştırırsak onun gibi açık bir deniz değildir. Yine onun gibi şen bir deniz de değildir. Donuk. Neşesiz. Karamsar. Bir haçlı yüzü.
      Dünya denizlerinin sıralanmasında geleceği olmayan denizler arasına girer. Siyasal bir denizdir zaten. Tecim yapılmaz (Boğazlar rejimi). Kitaplarda, haritalardadır. Bir tarihi vardır. Sanki bir zamanlar yaşamıştır. Sonra: "Ey muzlim deniz!" deyip girmiştir yatağına. Organları çekik. (Artık bir yalnızlığa hazırlanır. Samsun önlerine çekilir belki de. Bir sesle. Bir buruna ya da. Sinop'a?
      Bütün sesli sessiz harfleri unutup. Bir kasır Hayatı.)


                 Son olarak: Bir dipsu. Dikey akıntılı. İnini sever.

                 Bir bireyci, bir Kierkegaardcı olduğunu da söyledik mi?
   
                 Başka? Evet başka? Bir elips. En uzun ekseni 982 km.

                 Böyle bir şeydir işte Karadeniz.

---- Burada kitaba biraz ara mı versem diye düşündüm. Neden böyle bir şey yapıyorum, tüm cevaplar Aşıkane vol. 2'de.

Bir İlhan Berk Silsilesi - Atlas


ŞUBAT

Başsız     tekgözlü    tebdil gezdi durdu kentte Şubat.   Çekti çizmelerini    kırbacını vurdu    indi deniz kıyısına   çarşıları dolaştı
                                                 zırhlarını şakırdattı                                                                    astı
suratını.

            İlkyaz kılığında girdi çıktı      sokaklara. Doruklarda göründü     bıyıklı       sakallı.
            Baktı Azmakbaşında kahvelerde oturuyordu adamlar. Kulaklarını düşürdü.
Yalınayak dolaştı    bir zaman.            Korkuttu burnu akan bir çocuğu.

            Terledi. Gocuğunu attı.         İplik çoraplar       giydi. geldi sonra    adamların yanına oturdu. Yıktı kaşını yüzüne.

Hepimiz gibi oldu.

-------

ATKESTANESİ
Beyazıt Kahvesi / Bedri Rahmi

Ve Beyazıt'ta bir ağacı çiziyor Bedri Rahmi, bir atkestanesini ve göğü.

Bir ağaç, belki bin yıllık belki daha da (atkestaneleri ne kadar yaşar? o kadar işte).

Girintiler, çıkıntılar, oyuklar, boğumlar. Hep bir ağaç olmak için

Bir ağaç çekilmiş içine, yalnız kendini dinleyen, kendi olan ve ihtiyar.

İhtiyar, çünkü bir yaşamalara gidip gelmiştir, uzamıştır elleri ve saçları

Bilir ki büyümek, atmaktır, yenilemektir kendini, dönüp içine çıkarak içinden

Katı bir yasanın elinde, duyulan, yaşanan yalnız.

Bir ağaç, sayrılı, uzamış yüzü, tırnakları, büyütür gibi acıyı, bir yıkıntıyı

Onun için kızgın ve öfkeli (başka nasıl olabilir, nasıl bağırmak istemez: Ben de yaşadım!) diye

Her kim hazırlanır kıyımlara kendi eliyle, ıssızlaştırır göğünü kim?).

Bir ağaç ürkünç, ürkünç çünkü direnemiyordur, çıkmıştır yüz kemikleri, burnu, ağzı.

Bunun için işte ayrı hepsinden ve çekilmiş bir deniz hüznüyle uzatmıştır gövdesini

Bir İstanbul göğüne (hey gidi İstanbul göğü! - ki ne ele avuca sığar ne var ne yok gibidir).

Bakıyor Bedri kağıda çıkan ağaca ve hep böyle kalacak olan, değişmeden.

Bakıyor bir dalın kıvırılışına, kara, boğum boğum ve dönüp duran olduğu yerde.

Bir budağa, bir ur gibi çıkan, kıvrılan, toplanan kendi içinde ve kalan.

Bir yaprağa uzun incecik saplı bir üçlüye dönüşen (bir atkestanesi yaprağı olarak).

Bir köke, hiç yaşamamış gibi buruş buruş, acılı, asık suratlı ve kocamış.

Bakıyor kocamış köke, çeviriyor sonra gözlerini bir kahveye, kahvede oturan adamlara.

Alıyor onları da, bir kediye dönüyor sonra, oturmuş bir kediye ve düşünüyor

Düşünüyor çünkü neden bir ağaca durup dururken atkestanesi diye bir ad takarlar

Diyor. Dönüp sonra seyyar bir fotoğrafçıya, nargile içen bir adama, güvercinlere

(Değil mi ki Beyazıt alanındayız ve bindokuzyüzkırkbirlerde, cebinde İstanbul

Sait Faik, boyacı sandıkları, yazmalar, Abidin Dino ve sen - ki yeni yeni terliyor bıyıkların).

Dönüyor sonra yeniden ağaca (son olarak mı?) içinde yavaş yavaş kurulan ve oluşan artık.

Ve birden çeviriyor sonra gözlerini bana, yavaşça kalkıp yerinden, yavaşça gülüyor. --Sevgili Bedri.

----------

II
Bir ağzın içi gibi kent. Ve sarı tütünden elleri
Ve dişleri. Bir yol uzun uzun dönüyor uzakta. Dönüp
Mindos kapılarına çıkıyor, eski Halikarnossas'a. Eski Halikarnassos'u
Dolaşıyoruz seninle. Lelegler'i ve İskender'i. Çok güzel olan ve 
çok
Şarap içmeyen İskender'i - ki çok yıkanır çok dinlenir
Diye geçer kral günlüklerinde - Ve yüzü Fırat'ın rengini alan
Ölümünde. __
Lelegler'i ve İskender'i işte. Benim esmer diye düşündüğüm
Lelegler'i ve bir yıkıntıyı. Şimdi
Bir ölümün taş ve kemik kılığına girdiği ve dolaştığı bizimle
Bizim bir düzlük diye bildiğimiz ölümü
Ve yürüdüğümüz.