16 Kasım 2014 Pazar

Bir İlhan Berk Silsilesi - Atlas


ŞUBAT

Başsız     tekgözlü    tebdil gezdi durdu kentte Şubat.   Çekti çizmelerini    kırbacını vurdu    indi deniz kıyısına   çarşıları dolaştı
                                                 zırhlarını şakırdattı                                                                    astı
suratını.

            İlkyaz kılığında girdi çıktı      sokaklara. Doruklarda göründü     bıyıklı       sakallı.
            Baktı Azmakbaşında kahvelerde oturuyordu adamlar. Kulaklarını düşürdü.
Yalınayak dolaştı    bir zaman.            Korkuttu burnu akan bir çocuğu.

            Terledi. Gocuğunu attı.         İplik çoraplar       giydi. geldi sonra    adamların yanına oturdu. Yıktı kaşını yüzüne.

Hepimiz gibi oldu.

-------

ATKESTANESİ
Beyazıt Kahvesi / Bedri Rahmi

Ve Beyazıt'ta bir ağacı çiziyor Bedri Rahmi, bir atkestanesini ve göğü.

Bir ağaç, belki bin yıllık belki daha da (atkestaneleri ne kadar yaşar? o kadar işte).

Girintiler, çıkıntılar, oyuklar, boğumlar. Hep bir ağaç olmak için

Bir ağaç çekilmiş içine, yalnız kendini dinleyen, kendi olan ve ihtiyar.

İhtiyar, çünkü bir yaşamalara gidip gelmiştir, uzamıştır elleri ve saçları

Bilir ki büyümek, atmaktır, yenilemektir kendini, dönüp içine çıkarak içinden

Katı bir yasanın elinde, duyulan, yaşanan yalnız.

Bir ağaç, sayrılı, uzamış yüzü, tırnakları, büyütür gibi acıyı, bir yıkıntıyı

Onun için kızgın ve öfkeli (başka nasıl olabilir, nasıl bağırmak istemez: Ben de yaşadım!) diye

Her kim hazırlanır kıyımlara kendi eliyle, ıssızlaştırır göğünü kim?).

Bir ağaç ürkünç, ürkünç çünkü direnemiyordur, çıkmıştır yüz kemikleri, burnu, ağzı.

Bunun için işte ayrı hepsinden ve çekilmiş bir deniz hüznüyle uzatmıştır gövdesini

Bir İstanbul göğüne (hey gidi İstanbul göğü! - ki ne ele avuca sığar ne var ne yok gibidir).

Bakıyor Bedri kağıda çıkan ağaca ve hep böyle kalacak olan, değişmeden.

Bakıyor bir dalın kıvırılışına, kara, boğum boğum ve dönüp duran olduğu yerde.

Bir budağa, bir ur gibi çıkan, kıvrılan, toplanan kendi içinde ve kalan.

Bir yaprağa uzun incecik saplı bir üçlüye dönüşen (bir atkestanesi yaprağı olarak).

Bir köke, hiç yaşamamış gibi buruş buruş, acılı, asık suratlı ve kocamış.

Bakıyor kocamış köke, çeviriyor sonra gözlerini bir kahveye, kahvede oturan adamlara.

Alıyor onları da, bir kediye dönüyor sonra, oturmuş bir kediye ve düşünüyor

Düşünüyor çünkü neden bir ağaca durup dururken atkestanesi diye bir ad takarlar

Diyor. Dönüp sonra seyyar bir fotoğrafçıya, nargile içen bir adama, güvercinlere

(Değil mi ki Beyazıt alanındayız ve bindokuzyüzkırkbirlerde, cebinde İstanbul

Sait Faik, boyacı sandıkları, yazmalar, Abidin Dino ve sen - ki yeni yeni terliyor bıyıkların).

Dönüyor sonra yeniden ağaca (son olarak mı?) içinde yavaş yavaş kurulan ve oluşan artık.

Ve birden çeviriyor sonra gözlerini bana, yavaşça kalkıp yerinden, yavaşça gülüyor. --Sevgili Bedri.

----------

II
Bir ağzın içi gibi kent. Ve sarı tütünden elleri
Ve dişleri. Bir yol uzun uzun dönüyor uzakta. Dönüp
Mindos kapılarına çıkıyor, eski Halikarnossas'a. Eski Halikarnassos'u
Dolaşıyoruz seninle. Lelegler'i ve İskender'i. Çok güzel olan ve 
çok
Şarap içmeyen İskender'i - ki çok yıkanır çok dinlenir
Diye geçer kral günlüklerinde - Ve yüzü Fırat'ın rengini alan
Ölümünde. __
Lelegler'i ve İskender'i işte. Benim esmer diye düşündüğüm
Lelegler'i ve bir yıkıntıyı. Şimdi
Bir ölümün taş ve kemik kılığına girdiği ve dolaştığı bizimle
Bizim bir düzlük diye bildiğimiz ölümü
Ve yürüdüğümüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder