17 Kasım 2014 Pazartesi

Bir İlhan Berk Silsilesi - Aşıkane Vol. 2

İSTANBUL

   Küçük, yatık bir dikdörtgen. Ve bir tümce: İstanbul, 1574; Braun-Hogenberger, Gravür.
   Bir altyazı. Gotik bir resimüstü yazısını ortalıyor: BYZANTYUM LUNC CONSTANTINOPOLIS (böyle okuyorum). Belli Hogenberger'in elinden çıkmış. Giderek resmi dokumaya başlayacaktır: çizgiler, üçgenler, dörtgenler inip. Dikeyler çıkıp. Alımlı. Özerkli. Hogenberger'in alfabesini kurmak için. Dönüşüp bir büyük sözlüğe İSTANBUL adlı. Tahtadan. Değil mi ki bir gravürdür: Kazılacaktır, çelik bir kalemle. Baka baka bir taşbasmasına. Galatalı bir Yahudi'nin verdiği. Bir serseri gravürcü ruhu sezip Hogenberger'de (ki uzun zaman dut, incir satmıştır. Biraz da haritacılığı vardır, dolaşmış bir adam olarak. Ve Lonca'da oturur. Şimdi ağaç üstünde çalışır. Serip önüne İstanbul resimlerini, geceleri. Yeditepeli. Düzlüklü. Vadili. Takviye duvarlı. Bu gravürdeki gibi.Bu gravür: Ben de oraya gelmek istemiyor muyum? Bu öndeyiş'in başka anlamı olabilir mi? Bütün öndeyişler gibi bir ek ve gereksiz. Ama onsuz olamıyor işte. Bütün o ustaları düşünün! hangisi kurtulmuştur bundan? Ve girivermişlerdir konuya? o güzelim ders kitapları gibi. Yalın ve dolaysız. İlk sayfaya bir "İçindekiler" düşüp, büyük puntolarla, alt alta ve geometrik. Peki ama hemen niçin girilmez konuya? Uzatmadan sözü. Ve konumu çizip kabaca. Ve tarihe bir çıkma yapmadan? Bir yarımada deyip örneğin).

   Bir yarımada. Bir üçgene öykünür. Üç boyutlu. Yatay ve şiş. Doruklaşıp bir burunda. Ve bir çizgi çekerek. Haliç'e. Ve düşürerek koylar, adalar. Bir anakaraya çıkar. Üç yandan ve tepeleme. Kuşbakışı bakıyordur çünkü. - orada da kalacaktır. Bir doğruyla tamamlayıp kendini; 18 mil. Çıkıntılı ve içeril. Çünkü kapanacaktır, doğrultarak tepelerini. Yedi uçtan, sessizce ve dik. Caddelere, yollara iner. Bir boğaz aşıp, uzun, dar. Rumca harflerle anılan bir denizde ölmek için. Ve bir çıkma yaparak: TÜRKELİ diye. Üç denizli (hep kuşbakışı baktığından bir İsanbul haritasına).Ve körfezlerde dinlenecektir. S'ler, U'lar, vb. yapıp. Sonra yine içine dönecektir. Adalar bırakarak yine, -aykaları dışarıda kaldığından. Bir ahtapot gibi atıp kollarını. Artık orada çiftleşir, - ayrı gövdesinden. Ve ihtiyarlar: cami avlularında, çocukların elinden tutup. Yatarak çocuklarla, ağızları güzel. Ve karanlık. Ve İmparatorsu (Hogenberger de öyle yakalamıştır: Kara ve bir hüznün içinde). Onun için kazar. Siyah boyalar, mürekkepler döküp. Bir tahtayı. Damarsız. Düz. Güneşlerde kuruttuğu. Hala yağları sızar. Ve şimdi elinin altında kayıyor. Ve ceviz. Apayrı kendinden. Hep ayrı yaşamıştır çünkü. Onca göçler, yangınlar, hiç işe yaramamıştır çoğaltmaktan başka yalnızlığını.  Onun için bir Türkeli'dir. Düz ve duruk. Hala da öyledir. Boşuna çıkılmamıştır ki o surlar: iki kat ve yüksek. İşte bütünbunlar için yalnız ve bir başına. Sağadönük ve çıkıntılı. Bir gravüre çıktığı kadar.Yani silik. Mademki kağıda çıkıyordur bırakacaktır tarihe adını ve Hogenberger'i. Yavaşça saydamlaşsa da Pera'da ve Galata'da. 12 kapılı. Hiristos kuleli. Ve latince Yazıtlı. Değil mi ki resim yapıyordur gölgeleri kullanacaktır. Koyu, açık, daha açık. Notlar alarak hep. Oranlar düşürüp bütün haritacılar gibi. Bir resim-haritadır yaptığı. Yolları inişinden belli değil mi? Eğrilerle ve kapkara. Beyaz bırakıp denizleri. Ve Boğaz'ı. Bir yarımadadır işte.

   Onun için kazır. Bir resim düşü: bir monogram için Ve çağdaş. Bugünleri düşünmüştür çünkü. Dikilir padişah portreleri düşürür: Orhan. I. Murat. I. Beyazıt. I. Mehmet. II. Murat. Yavuz Selim. II. Beyazıt. Ortalayıp Fatih'i. Uzun yüzlü ve sakallı. Büyük hepsinden. Yalnız Kanuni at üstündedir. Kara ve büyük gözlü.  (Kanuni'yi biliyorsunuz: Geniş alınlı ve kısa bacaklı. Hiç gülmez. Onun için hiç odalık kullanmamıştır. Ve pudra sürer ve kara). Üç atlı önünü açar. Silahlı. İleriye bakarlar. Ve kapar Tophane önlerinde, daireler içinde. Yüzden ve profilden. Kavuklu ve sorguçlu. Kadırgalar geçirip Venedik işi (Bir Venedikli değil midir hem. Alman uyruklu. Ve aksoylu. Galata'dan çıkmaz. Oradan bakıyordur çünkü. Sırtlanıp denizi, elinde kalem). Bir bir görürüz artık selatin camilerini. Hep bir dile vuran. Bir dil, devimsel. Yukarıya doğru genişleyen ve düşen. Bir bitiş dörtlüğü gibi. Ama evler çıkacak, yalılar inecektir. İner de. Hep bir çelik kalemle, yazarak adını. Artık Langa'ya çıkar. Denizi özlemiştir. Ama durur hemen Karaköy'e vurup. Artık çocuk seslerini oyar. Bir kuşu çevirir. Bir balığı kaldırır, vb. Hem sıra İstanbul otlarındadır. Bir yaprağı işler. Bir selviyi eğer, eski bir Üsküdarlı olarak. Bir mezartaşını kaldırır. Geçip Balkapanı Hanı'nı kalın bir çizgiyle, -bir çerçevede kalsın diye. Ama kalmaz ki. Yeditepe'yi dolaşacaktır.

   Anemas Kulesine sürtünüp geçer. Sağda bırakarak Theodos Surlarını. Bir haçın yanında dinlenir artık. Sapsarı İsa'sı elinde. Onu öper. Ve yeniden kazar surları, kasırları. Bir yalının önünde durur. İki kapılı. Karanlık. Daha iyi görmek için Sarayburnu'nu ve Topkapı'yı. Topkapı! Bir kent. 699.000 m2. Bir tavan: kubbeli ve sedef. Bir kaside: uzun. Ve akağalar. Kalın duvarlı bir taş. Dört dörtgen. İç içe. Bir Babil Kulesi çıkıyordur sanki. Ağaçlıklı. Zülüf Ağalı: Bir kadırgaya çarpan. Artık Atmeydanı'na çıkar. Bir beşgen biçiminde, İncilci İoannos'la, elele. Saray kuşlarını görmeye mi? Ya da Mısır Dikilitaşı'nı mı? Bakır küreli. Cihannüma Tarihi'nde geçen. Artık bakacaktır: Camından bir kahvenin. Haçını sarkıtıp. Dikip gözlerini Süleymaniye'ye. Büyük avlulu. Ve dört köşe. Ve bir zaman çıkmayacaktır, çay içip. Elinde Melling'in gravürleri (ya da ben böyle diyorum Melling'i düşünüp. Sevgili Melling'i! Ve III. Selim'i. Baharat, kuşçu dükkanlarından çıkmaz. Ve Boğaz'da dolaşan. Elinde şemsiye İstanbulinle). Artık nerede midir? Yüksek Kaldırım'da? Aya Nikola'da? Binbirdirek'de (ya da). Yüzünü dönüp Ayasofya'ya. Dimdik. Bir doğru. Petrios kapısında kırılan. Bir tuğra biçiminde, bir mühürde. Neden sonra sahillere inecektir okuyarak Piri Reis'i, dura dura hep.

   Bir ada Asağik ve Lazar'a göre. Çıkıntılı. Ve Ermenili. 20 ayak içsurlu. 10 ayak dışsurlu. 225 kuleli.* Avar akınlı. Andreas, ilk piskopos. İonnus, aziz. Stakis, kendisine selam yazdığı. Macedonis, ilk konsül. Photius son patrik. Aya İrini, kilise (görünmüyor). İoannes, vaftizci ve Fatih gibi nikrisli. Rosario, bir bakire. Mihael, imparator. Hıdraulis, kemer. Khrisi pili, bir yapı. Hovannesyan, bir sarraf (Peralı. Dükkanında yatar. Lazar'la düşer kalkar. Ve I. Ahmet gibi 14 sayısını sevmez). Ayvansaray varoşlu. 17 Yahudi mahalleli. Got sütunlu. Dikilitaşlı. At ve eşek. Ve han. Bunun için de bir ada. Ama bir gravür olacaktır. Bir tahtada. Evleri, duvarları, kitapları dolaşır, madene, demire, çinkoya, vurur, kadınlara çıkar. Ama tahtada kalacaktır hep. Ölerek. Hep İstanbul olmak için. 1574'lere doğru. Bir sabah mı? Ve bugünlere. Bu saate. Değişmeden. Bir durukluk yasasına doğru. Sonra duvarına dönecektir. Gravür asıllı. Theodos hendekli. Olduğu gibi: Berk'ce. Ve

durur. Çünkü Galata'dadır. Bir ilçe. İki yokuşlu. Hendekli ve kavisli. Denizi dolduruyorlardır. Bir Arap önünü kapamıştır. Latince geceyi haber veriyordur. Zincirler çekip. Ve 12 kapılı. Acı sulu. 146 basamaklı. Uykusuz Manastırlı. Ve Voyvodolu. Ve dikdörtgen.. Ve Latin kiliseli. Meryemli: İncilci Luka'nın yaptığı, gümüş kaplı. Ve küçük Thodosius'un karısı Eudoxia'nın Pulkeria'ya gönderdiği, ve Pulkeria'nın hep yanında taşıdığı ve Meryem'in iki kör adama göründüğü, sonra da gözlerini açıp yeniden görünmediği, Aya Dikola'da. Surla çevrili. Venedikli ve Pizalı. Ve okçular yerleştirdiği.Artık kulelerde yaşarlar. 47 yıl 13 gün ve 5 saat.

* Kule sayısı ve yükseklikleri için bak: Gullis, kit. I, 193; yine bak: Du Gange, kit. I, no. 13.

   Ama biz gravüre dönelim yine. Ve Hogenberger'e. Ve ne görüyorsak onu söyleyelim. Birinci şahısla. Şimdiki zaman çekimli. Gerçeğe en yakın ve en kısa yol (görüyorumla başladığından). Öyleyse: Ey gözüm benim! başlamalısın görüyorum diye bir yolu, uzakta. Samatya önlerinde kıvrılan, bir surla. Ne çok sur mu? diyorsun. Başka türlü olabilir miydi? Değil mi ki bir yol ağzıdır, kapanacaktır. Bir rüzgarla. Ortaçağlı. Peki başka ne görüyorsun? tepeler mi? Gökyüzüyle kesilen. Sahi gökyüzünü unuttuk. Bir korsan haritasına benzeyen, ve İstanbul'dan hiç çıkmayan. Evet o gökyüzü gördüğün. Byzantion yüzlü. Büyük Kostantin'in baktığı (Sarı olduğunu söylüyorlar. Ve çok korkmuş. Çok yaşadığından. Zaten al elbiseler giyer Got'lardan korkar Vizigotları sever. Tunç. Tahta ve taş).Ve dur. Eline alıp bu gravürü. Bir kitaptan koparılmış ve masaya serilmiş, ozanın. Ve hep baktığı, piposunu yakıp. Her sabah. Bir Atakent'den (kötü bir tümce ama karalmayacağım). Giyinip. Bir yaşamlar için: içinde dolaşacağı: Haçlılarla. Bir yaşama işte. Onun için de duralım. Ve bitirelim. Bir ayraçla -böylesi daha iyi. Öyle başlamadık mı? Öyle sürmeli. Öndeyişe koşut. Özetsiz. Çıkmasız. Ve "Ey"siz -Kırıp boynunu şairaneliğin. Böyle işte.






                                                                                                         Bu Kayser toprak tarttı.


---------------------------

ÖLÜ DOĞA

    (Hezergradlı Zade Ahmet Ataullah)

    Hezergradlı Zade Ahmet Ataullah, diye imzalamış bir gülü Ahmet. Kanırtıp dalından,
    III. selim'in bir çiçek ressamı olarak
    Bir kağıda.

    Ölü.

    Eğerek yeşil bir dalı, yedi yapraklı ve dikenli. Dikey bir açıya dönüşen yukarılarda.
    Ve düşürerek goncasını. Baş aşağı.


    Duruyor. katılıp doğaya,
                                           bir kağıttan.

ANKA

    Anka. İsim. İki hece. A'yla başlıyor. A'yla da bitiyor. Düz. Geniş.

    Bir simge. Bunun için de bir elma gibi ele gelmez. İslam Ansiklopedilerinde geçer.Zaten Müslüman bir kuştur.Gökyüzlerini sever.

                                              (Ünlü gökyüzlerini!)

    Arap denizlerinde öter, Kenaneli'nde

    Haç seferine katılır Fuhuş'u Atik'de. Ahmet Rasim'in omuzlarına çıkar. Encyclopaedia Britanicca'ya girmiş bir kuş olarak.

    Diller bilir.

    Divanına devam etmiştir Süleyman Peygamber'in. Boynunda ölü kuşların listesi, soluk el yazılarıyla. Sonra da görünmemiştir.

    Saydam,
    Aksaraylı Oğlanlar Şeyhi İbrahim'in bir gazelinde. Zülkarnen'le dolaşır.


    Bir resimde uzun boyunlu. Hicazlı bir çerçinin çoğalttığı. (Kakma).

    Asurlu. II. Dara'nın albümünde bulunmuştur. Charlemagne'a yapışık.

    Rübab-ı Şikeste'de bir beyit düşürür Tevfik Fikret, ilk çağlı bir kuş diye. Serçeyle karşılaştırır. (Bu iki sözcük çizilmiştir).

     Yöresinde dönerler bir puhu kuşuyla İsa'nın: Fransızca bir şiirde:

                                          (Gözün Gözbebeği İsa!)

     Kuşların Cinsel Tarihi'nde en kabarık yer onun: Bir oğlanı dağa kaldırmıştır. Ayağında V işareti.

     Şimdi Kafdağı'nda. (Ölü). Uzun. Beyaz.          Ceseti yok.


      Dudakları etli.



     Anka ile serçe ne mümkün
     Bir sahada olsun mütekarin.

------------------  
SİS

Kalemini bırakır. Kalkar. Simgeyi koymuştur artık. Bütün uyaklara açık. Geniş. Boyutlu. Ve cesur (Cesur, simgeyi açmaktan korkmaz çünkü: surlar, kaleler, zindanlar. Ama niçin mi bu simge? Ne dediğinizi anlıyorum. Bir simge bir çığlık

----------------------

                                                                                                                         olamaz diyorsunuz.
Doğru. Bir çığlık olarak yazılmıştır da ondan. Onun için ünlemsiz edemez. Ünlemlere durur: Gözü yuvasından çıkarmak için. Madem silahlanmıştır. İmlere sarılacaktır.

-----------

    Ve bir beyit, siyah (altı çizildiğinden) Bir ölüm beyiti. Soğuk. Sıkıntılı. Bölüp şiiri ikiye. Yeni bir görünüm çizmek için, bir isyana. Saygın. Yürekli.

----------------

    Artık "Ey"le yazar. Gömleğinin yakasını açar. Bıyıklarını daha bir bırakır. Hem ne zamandır boyunbağını da atmamış mıdır? Herkes gibi giyinir. Gösterişsiz. Sade. Bir işçi gömleğiyle inecektir Babıali'ye: cebinde, Sis. Bir parti şairliğine hazırlık. Umutlu. Güler yüzlü. Ağbeysi gibi: namık Kemal (Bir başucu kitabı).

    "Ey"le yazar işte. Ürkünç. İlençli. Yırtıp bir Sis'i.

     Bir çığlıktır artık. Elinden çıkmıştır çünkü. Ve éey"leri yerini bulmuştur, ilk kez. Etkin. Eylemli.

------------

    Ve bir metin: aristokrat. Donmuş. Ve levanten. Ama bir çığlık olmuştur işte: çağına (ayak öpmeler, ağızlar, yalanlar, çocuklar, katil kuleler). Yeni bir ünlem koyarak, bir İbretler Tarihi'ne (Bunu söylemeliyiz).

    Durur. Dağıtmıştır çünkü. - kuşlar, saraylar, silahlı korku, kılıç ve kalem - hem ayraç kapanmalıdır artık. Grafiğini çizmiştir çünkü şiir. Doruklar çıkıp. Nicedir yeraltlarında dolaşmış, yalnızlıkları silmiştir, - çağının büyüttüğü. Onun için güneşlere çıkmalıdır. Evlere girmeli. İnmelidir alanlara, çarşılara. Silahlanıp. Bunun için yazılmadı mı? - onun için kapanır, son bir çığlıkla, ikileyip aynı ölüm beyitini, bir imzayla: tevfik Fikret, 18 Şubat 1317. aşiyan. Yeni bir ayraç açmak için, Rücu'ya.

---------------

Kalemi elime alıyorum, Berte ben. Yoruldum. Hiçbir kitapta değil ama Aşıkane'de yoruldum. Neden böyle bir silsileye başladım? Ayrılıyorum kitaplarımdan çünkü. 2007'nin bir kasım'ında ön sayfalarına not düştüğüm, Deniz Eskisi hariç, hepsi Adam Yayınları'nın birinci baskısı olan altı kitap duruyor önümde. Alırken onları ne çok sevmiştim. Kapaklarını ne çok sevdim. En sevdiğim Galile Denizi'dir mesela. Aşıkane ve Atlas'ın kapak dokuları da aynı olduğu için severim. Çok büyük bir beklentiyle almıştım bu kitapları. İçinde not düşeceğim bir satır bulamadığım Çok Yaşasın Sayılar ilk hayal kırıklığım oldu, bir türlü yıldızım barışamadı İlhan Berk'le. Birazdan bir sahafın raflarını süsleyecek olan bu kitaplar, ancak bir kere okunabildi. Okuyamadım, elim gitmedi, ruhum sıkıldı. Bu silsilenin yedinci kitabı Pera yerinde kalacak sadece ve hayır Inferno'yu okumadım.

Eskiden altı çizilirdi ya kitapların, tekrar tekrar okumak istediğimiz kısımları işaretlemek için. İşte ben bu silsilede bunu yaptım. Noktasına, virgülüne, çoğunuzun imla hatası diyeceği pek çok şeye zerre dokunmadım. Orijinaline sadık kaldım.

Bitti mi peki Aşıkane? Bitmedi. Bazı şeyler yarım kalır çünkü bu böyledir. Bu kitabı damıtmam da yarım kalacak. Kalsın.

Bunu yazmazsam eksik kalırdı yalnız:

  SEX
                                             CONTAINS
                                                                                                         ALL.

Neyse daha kitaplar satılacak, kira tamamlanacak...

16 Kasım 2014 Pazar

Bir İlhan Berk Silsilesi - Aşıkane

IX

Sen boyuna bir merdiveni çıkardın ve boyuna inerdin.

X

Sondeyiş

            (Ey sen! Ve ey...) Ölü gelir akşamı kor. Bakarız biz. Siyahi lambayı yakar. Çıkar kızlar. At kımıldamaz. Ölüye solur. Gök girer. Halıları toplar. Kızları çağırır. El sayfayı kapar. Sesler aşağıya iner. Evlerin içini dolaşır, gelirler. Bir testiyi kaldırırlar.
             O sarı durur. Tırnakçı gelir, Padişah'ın* el ve ayak tırnaklarını keser.

             Ölü sıkılır. Karanfili iter.

----------------------------------------------------------------------------------------------------
           
              Bir kanalı inerim ben.

----------------------------------------------------------------------------------------------------
                                                                                                                  Paris, 1964

*ölünün



BAHÇE

Bilmem bu yalnızlığı nasıl atar üstünden
Bu kış bu bahçe.

SOYUNUK

Soyunuyordun,
Soyunduğun çıkıyordu her yere.

CUMARTESİ

Bir yarım gün cam sildi cumartesi,
Şimdi dışarıyı seyrediyor.

KÖPRÜ

Kentin dışında
Köprüyle adam ağız ağıza vermişler.
Ne konuşuyorlar öyle?

AY

Bir yalnız
Gökyüzünün sözlüğünde.

KENT

Bütün gün çalıştı kent.
Caddeleri, sokakları koştu
Göğün buyruğunda.

Şimdi akşamın olmasını bekliyor.

KARADENİZ

     İşte Karadeniz üstüne bildiklerimiz:

     Bir içdeniz. Bütün içdenizler gibi de yalnız bir sudur. 41-47 kuzey enlem. 27-41 doğu boylam.

     Kuzey yarım kürede bir çıkma. Bir dipnot. Ölü Selçuk kentlerine girer.* Sığ. Sıkıntılı.
 
     Güney Bug önlerinde mavi. Saint-Georges ağzında paskırmızısı. Durağan. Bir kolunu sessizce Akdeniz'e atmıştır. Sanki sülüs bir yazıdır. Karahisari'nin elinden çıkmıştır. Anakaraya vurur. Ürkünç. Soğuk. asi.

     Heredotes'den beri var (Heredotes mersin balığından söz ederken Karadeniz'i anar). O zamandan "muzlim" bir denizdir. Suryanice betiklere çıkar. Dikey bir çizgi çizip, Kerç'e ve Dinyeper'e.
     Yunan, Roma yazarlarının evlerinde durgun, sessiz. Bir ikon: haçını düşürmüş. Üzgülü. Çalap işi.
      Görmüş geçirmiş bir deniz, Batlamyus'da. Arap, İranlı coğrafyacıların elinden tutar. Cihan haritası'na girer İdrisi'nin. Taşbasması. Dairevi.


      Özdeğin Gizemsel Tarihi'nde yorgun,
                                                                  kaba,
                                                                          çirkin.

      Bir biçimci. Çelişmesiz. Kalımlı. Dural. Ölüme sık sık şahbeyitleri düşürür. Usa arkasını dönmüştür. (Us bir frengi mi der?).

*Ölü Selçuk kentlerini gördünüz mü?

      Büyük yaşıtı Hint Okyanusu gibi uzun boylu. Eksibeli. Eski bir Euksinli. emeğinde bulunmuştur Fatih'in, patrikle. Karangat çağını över. -- Beyaz Denizle ilk temas diye mi?
      İhtiyar (Bir ihtiyarlık resmine düşer. Bir ihtiyarlık resmi! Evhamlı. Duruk. Çağrışımsız. Ünlemler,  silmeler,  çıkmalar. Engine arkasını çevirir. Körfezleri sever).

     461.567 km3. Bütün sıvılar gibi bir kaba konur. Bir kapta öbür deniz suları gibidir. Daha az tuzludur. O kadar. (Bir içdeniz hüznü. Sanki Datça'da yaşıyordur ve Papa denizleri bölüştürüyordur. Bir gravürde. Pontus Euxinus yazılı. 27 X 15. Çinko.)
     Bir kalebent. Kara. Hırçın. Zincirlerini sürür.

     Pontus Euxinus: misafirperver olmayan deniz.

     Dünya den,z dergilerinde, o da arka sayfalarda, ilanlar arasında geçer. Kapakta adı yoktur. Adı da Adriyatik, Azak, Akdeniz gibi güzel değildir. K'yla başlar. hiç de güzel bitmez.
     Okullarda resim derslerinde suluboya çalışmalarına katılır Karanlık bir deniz simgesini canlandıracaktır, bir boğa biçiminde. Soluk.
     Genel Deniz ve İçsular Ekonomik Coğrafyası'nda kapalı. Issız. Kapalı bir deniz olmak ona dokunmuştur. Öyle yaratılmamıştır çünkü. Ama öyle olmuştur işte.
     "Başkaları Cehennemdir" mi demiştir?

      Bir siyah-beyaz. Yabanıl.

      Papa XII Pie gibi önü açık yatar. Bir eski zaman orospusudur sanki. Sarkık memeli. Huysuz. Yatalak. Beyaz çoraplar giyer. Zaten hünsa bir denizdir. Derisiyle sevişir. Soğanlar, döğülmüş biberler, adamotları kullanır. Kuvvet macunları karar, on üç kalemlik. Havanında II. Beyazıt'ın. Soyunup (Çok uyumuş, sıcak iklimlerde kalmıştır çünkü. Yasakları sever. Sık sık orasını yıkar. Yağlar. Dişlerini takıp. Erkeklik organları kazır duvarına. Damarlı. İnce. uzun. Orgazmlara gitmek için - oğluyla. Yattığı yerden. Ayakları galoşlu).

    Bir nesne (Karadeniz adında).
    1. Bir yer kaplar çünkü.
    2. Bir tarihi vardır (kurşunkalemin de bir tarihi vardır).
    3. Değişir (evrim sonucu). Bir denge kurmak için. Yatay olması dengeli olduğunu göstermez:
          a) bir bardakta duran su da yataydır,
          b) bir şiir de yatay olabilir,
          c) bir ölü de (tırnakları uzar, sakalı çıkar).
    4. Bir sonlu. Yoğun. Saydam.

      Bizim bir denizimiz olduğunu söyledik mi? Bizim bir denizimizdir. Akdeniz'le karşılaştırırsak onun gibi açık bir deniz değildir. Yine onun gibi şen bir deniz de değildir. Donuk. Neşesiz. Karamsar. Bir haçlı yüzü.
      Dünya denizlerinin sıralanmasında geleceği olmayan denizler arasına girer. Siyasal bir denizdir zaten. Tecim yapılmaz (Boğazlar rejimi). Kitaplarda, haritalardadır. Bir tarihi vardır. Sanki bir zamanlar yaşamıştır. Sonra: "Ey muzlim deniz!" deyip girmiştir yatağına. Organları çekik. (Artık bir yalnızlığa hazırlanır. Samsun önlerine çekilir belki de. Bir sesle. Bir buruna ya da. Sinop'a?
      Bütün sesli sessiz harfleri unutup. Bir kasır Hayatı.)


                 Son olarak: Bir dipsu. Dikey akıntılı. İnini sever.

                 Bir bireyci, bir Kierkegaardcı olduğunu da söyledik mi?
   
                 Başka? Evet başka? Bir elips. En uzun ekseni 982 km.

                 Böyle bir şeydir işte Karadeniz.

---- Burada kitaba biraz ara mı versem diye düşündüm. Neden böyle bir şey yapıyorum, tüm cevaplar Aşıkane vol. 2'de.

Bir İlhan Berk Silsilesi - Atlas


ŞUBAT

Başsız     tekgözlü    tebdil gezdi durdu kentte Şubat.   Çekti çizmelerini    kırbacını vurdu    indi deniz kıyısına   çarşıları dolaştı
                                                 zırhlarını şakırdattı                                                                    astı
suratını.

            İlkyaz kılığında girdi çıktı      sokaklara. Doruklarda göründü     bıyıklı       sakallı.
            Baktı Azmakbaşında kahvelerde oturuyordu adamlar. Kulaklarını düşürdü.
Yalınayak dolaştı    bir zaman.            Korkuttu burnu akan bir çocuğu.

            Terledi. Gocuğunu attı.         İplik çoraplar       giydi. geldi sonra    adamların yanına oturdu. Yıktı kaşını yüzüne.

Hepimiz gibi oldu.

-------

ATKESTANESİ
Beyazıt Kahvesi / Bedri Rahmi

Ve Beyazıt'ta bir ağacı çiziyor Bedri Rahmi, bir atkestanesini ve göğü.

Bir ağaç, belki bin yıllık belki daha da (atkestaneleri ne kadar yaşar? o kadar işte).

Girintiler, çıkıntılar, oyuklar, boğumlar. Hep bir ağaç olmak için

Bir ağaç çekilmiş içine, yalnız kendini dinleyen, kendi olan ve ihtiyar.

İhtiyar, çünkü bir yaşamalara gidip gelmiştir, uzamıştır elleri ve saçları

Bilir ki büyümek, atmaktır, yenilemektir kendini, dönüp içine çıkarak içinden

Katı bir yasanın elinde, duyulan, yaşanan yalnız.

Bir ağaç, sayrılı, uzamış yüzü, tırnakları, büyütür gibi acıyı, bir yıkıntıyı

Onun için kızgın ve öfkeli (başka nasıl olabilir, nasıl bağırmak istemez: Ben de yaşadım!) diye

Her kim hazırlanır kıyımlara kendi eliyle, ıssızlaştırır göğünü kim?).

Bir ağaç ürkünç, ürkünç çünkü direnemiyordur, çıkmıştır yüz kemikleri, burnu, ağzı.

Bunun için işte ayrı hepsinden ve çekilmiş bir deniz hüznüyle uzatmıştır gövdesini

Bir İstanbul göğüne (hey gidi İstanbul göğü! - ki ne ele avuca sığar ne var ne yok gibidir).

Bakıyor Bedri kağıda çıkan ağaca ve hep böyle kalacak olan, değişmeden.

Bakıyor bir dalın kıvırılışına, kara, boğum boğum ve dönüp duran olduğu yerde.

Bir budağa, bir ur gibi çıkan, kıvrılan, toplanan kendi içinde ve kalan.

Bir yaprağa uzun incecik saplı bir üçlüye dönüşen (bir atkestanesi yaprağı olarak).

Bir köke, hiç yaşamamış gibi buruş buruş, acılı, asık suratlı ve kocamış.

Bakıyor kocamış köke, çeviriyor sonra gözlerini bir kahveye, kahvede oturan adamlara.

Alıyor onları da, bir kediye dönüyor sonra, oturmuş bir kediye ve düşünüyor

Düşünüyor çünkü neden bir ağaca durup dururken atkestanesi diye bir ad takarlar

Diyor. Dönüp sonra seyyar bir fotoğrafçıya, nargile içen bir adama, güvercinlere

(Değil mi ki Beyazıt alanındayız ve bindokuzyüzkırkbirlerde, cebinde İstanbul

Sait Faik, boyacı sandıkları, yazmalar, Abidin Dino ve sen - ki yeni yeni terliyor bıyıkların).

Dönüyor sonra yeniden ağaca (son olarak mı?) içinde yavaş yavaş kurulan ve oluşan artık.

Ve birden çeviriyor sonra gözlerini bana, yavaşça kalkıp yerinden, yavaşça gülüyor. --Sevgili Bedri.

----------

II
Bir ağzın içi gibi kent. Ve sarı tütünden elleri
Ve dişleri. Bir yol uzun uzun dönüyor uzakta. Dönüp
Mindos kapılarına çıkıyor, eski Halikarnossas'a. Eski Halikarnassos'u
Dolaşıyoruz seninle. Lelegler'i ve İskender'i. Çok güzel olan ve 
çok
Şarap içmeyen İskender'i - ki çok yıkanır çok dinlenir
Diye geçer kral günlüklerinde - Ve yüzü Fırat'ın rengini alan
Ölümünde. __
Lelegler'i ve İskender'i işte. Benim esmer diye düşündüğüm
Lelegler'i ve bir yıkıntıyı. Şimdi
Bir ölümün taş ve kemik kılığına girdiği ve dolaştığı bizimle
Bizim bir düzlük diye bildiğimiz ölümü
Ve yürüdüğümüz.

Bir İlhan Berk Silsilesi - Galile Denizi

Hiçbir şey anlaşılmıyor kim ne derse desin.

ÜLKEM BÖLÜNDÜ BU ÖĞLEMİ SANA AYIRDIM
(Rondo)

Ülkem bölündü bu öğlemi sana ayırdım
Ben kentlerimi hep sana bakarak yapardım
Gecene derin kadırgalarımı bırakır
Öpüşünün o ıssız kentlerine varırdım
 -- Kleopatra bir gökyüzüydü geçmişte anladım

Sen ey benim uzak güzelim, Sur Krallığım
Sizden o gecelerde bir pencere açıktır
Hanlarım uyur, ben dünyada sana çıkardım
          Ülkem bölündü, önüm yalnızlıktır

Ben dünyada bir senin yalnızlığına vardım
Geldiniz, seninle bir ikindilerdi kalır
Ey şimdi denizlere açılanlar yıllardır
Kentlerim düzen yüzü görmeyecek sandım
         Ülkem bölündü, önüm yalnızlıktır

Bir İlhan Berk Silsilesi vol. 2

                                            DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM
                                                     EVDE YOKTUM

Nerden baksak kendini anlatıyor her şey.

Fatih, kısa boyluydu.

Bir firavun inciri yetiştiricisiydi Amos.

Farabi, esmerdi.

Ah, hiç tanışmamalıydık adlarla. Adlarla gördüğümüz dünya, dünya değildir. Bu yüzden yeryüzünü görmeden göçüp gidiyoruz. Ağırlığı olmayan yoktur. Burdan başlamalıydık. Çılgın zaman dışarıda kaldı. Bölündük. Artık ne yazarsak ölümü yazarız, ölümü ve zamanı.

Neden bilmem ölümü artık dikey okuyorum. Siz de deneyin. Değer bu.

Burda kesiyorum. Duydum bir ot konuşuyor kendince. Hem kuşların doğum gününde olacağım. Gece beni bekliyor. Yolu biliyoruz.

-----

ASKELOPİS

Askelopis Ephesos'lu bir kuşla dolaşırdı ve bizim göremediğimizi görürdü. Nesneler böyledir, herkese görünmez. Gizliliği sever. Şairler gibi de beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavrayamaz. Ama görünmeyen de yoktur. Nesneler bunu bilmez. Niçin bilsin? Hem bilmek nesnelerin işi değildir. Balıklar içinde yüzdükleri suyu biliyor mu? Ben ormanı bilmeden tanıdım, bir daha da unutmadım.* Nesneler sözcüklere dönüşmeyegörsün durdurulamaz. Yerküreyi sararlar; sonra da binlerce tümceye dönüşürler. Yeryüzünün bir ucunda binlerce nesne her sabah bunun için uyanır. Tümcelerle öğrendim ben dünyayı. Evrenin sınır taşları. Dildir tek Tanrı, o cenin!

(Ayak basılmadık yerlerini benden esirgeme, çok görme bunu bana, sevgili dil.)

*Ey bellek, senden kurtuluş yok!

------

SU SAATI

Sonsuzluk... Sonsuzluk...

Sonsuza geçerli sözcükler yoktur. Ölüme yakın sözcükler vardır. Dünyada onlarla gidip geliriz. Sözcüklerin - bu ölüm mangaları- boyunduruğundan kurtulduğumuzda, nesneler de ölümsüzlüğün alanına girer. Ölümsüzlük özlemini nesneler de çeker. İmam-ı Azam Ebu Hanife sonsuzluğa ulaştığında, dünyadaki su saatını yanında bulunca hiç şaşırmadı. İlk kez bir su saatı zamanın dışına çıkıyordu.  Çalıştığını duyuyordu.

Tansık budur!

Bir İlhan Berk Silsilesi - Deniz Eskisi

                                                           DENİZ ESKİSİ
                                                           şiirin gizli tarihi

                                                                      Sunu

      Bir gün öldü.

      Gidip geldiği sokaklar, bir kırlangıç, bir kağıt, bir ıstampa, bir kalem -alkol yanmasında- bir fotokopi, bir kumsaati, yarım kalmış bir şiir, bir patika, cenazesinde bulundu mu? bilmiyorum.

      Bir bulut bir süre onu izlemiş.

      Geçerken parmağını kaldırmış bir çocuk. Bir deniz parçası, bir ağaç büyümesini bir an bırakmıştır.

      Masası uzun süre kendine gelememiştir.

      O gün gök açıkmış diyorlar.

----

      Bir şiir yazılıp yeryüzüne çıkmışsa, dünyada bir şeyler değişmiştir.

                                               /
       Bazı ozanlar ölüp gittikleri halde, ölüp ölüp dirilirler.
       Yaşadıklarını, ya da öldüklerini böyle anlarız. Bazılarını da yaşarken saçtıkları o korkunç sessizlik (baskı) büyütür.


-----

       Yazmak, her şeyi aşka dönüştürmektir. Yazmak budur.

---------

                              "BİR HARİTA BİR ARAZİ DEĞİLDİR."

----

         Geldin, bir geceyi koydun, gittin!


8 Kasım 2014 Cumartesi

Mezarlarınıza uzanacağım...

Öylece külçe gibi bırakacağım kendimi mezarlarınıza, bütün ağırlığımı toprağınıza vereceğim, geceden bir sır gibi saklanacağım, baş ucumda ev yapımı bir şarap da olur belki.

Boylu boyunca uzanacağım mezarlarınıza, bütün geceyi, gün ışıyana kadar orada geçireceğim. Kimseler bilmeyecek gecenin örttüklerini. O kadar rahat uzanacağım ki değme yatakları getirseniz yerini tutamayacak üzerinizde biten üç beş otun.

Bu gece en büyük arzum bu, hava güzel, üşümem. Zaten aylardır vücuduma işlemiş enfeksiyonun verdiği sıtmalanmalar çok koymaz. Havadan değil, kendimden der geçerim. Kendimden... sahi ne zaman bu kadar uzaklaştırdınız beni kendimden? Ne zaman iki kelam dökmekten bu kadar soğuttunuz? Ne zaman sirkte acımı izleyen maymun sürüsü izliyormuş gibi hissettirdiniz bana? İşte o zaman...

Bir zamanlar, işte o zamanlar çıktı bu istek bende. Bazı günler çok sancıdı, çok tutturdu, bazı günler unutur gibi oldum, dürtü hep orada durdu. Ben yabancıladım, kendimi meczup sandım. Mantıklı insan böyle bir şey ister mi? Tek isteğimdi oysa benim anne ve babamın mezarına öylesine uzanmak. Ancak o zaman güvende hissedecektim kendimi, o da akrabalara yakalanıp mezardan derdest edilmezsem. İnanın bunu bile hesapladım, inançlarını, belli saatlerden sonra mezarlığa gitmeyeceklerini ve kafamı dinleyeceğimi düşündüm. Oysa bazı günler güpegündüz uzanıvermek istiyordum, oradaki bitkiyle nefes almak. Belki ektiğim bir lalenin topraktan güneşe süzülüşüne denk gelirdim uzanırken.

Yoldan çevireceğiniz herhangi birine sorsanız akşam ezanına doğru yanından dahi besmelesiz geçmeyeceği yerlerde ben besmelesiz uyumak istedim. Bunu çok istedim. Ne kadar istediğimi o biliyor.

Ağlayamazdım, ağlayamadım. Bunu istedim. Kahretsin ki param yoktu, her seferinde. Her seferinde çoğunuzun bir hafta sonu zevk için kahveye verdiğiniz para tutmayacak meblağı birleştirebilseydim giderdim. Geçim derdi tuttu beni geri ama ben hayalimde hep mezarınıza uzandım. Kendimi orada gördüm, orada soyutladım, orada erdim birkaç saniyelik nihai huzura.

Belki böylesi daha iyi oldu. Ben hiç mezarınıza uzanamadım. Hep düşledim. Hep kedi gibi mezarı kendime beşik yaptığımı düşünüp mutlu oldum. Elleşilmesin bana hiç, ben mezarda uzanırken iyiyim.

Bir gün, günlerden çok saçma bir gün, bir misafir geldi bana. Hiç bilmiyordu ve bilmedi nasıl mezarınıza uzanmak istediğimi. Konu bir şekil geldi mi oraya, geldi. Bir arkadaşı aylarca anne babasının mezarına uzanmış. Aklımdan geçenler; aynı şehir olsa gerek, öyleymiş. Her gece yatağı yerine mezarlarınıza uzanarak geçirmiş. Bilen arkadaşları deli gibi endişe etmiş, 'Akıllı telefon cüzdan kredi kartı hepsi üstünde öylece uyuyordu orada,' dedi arkadaşım. Maddiyat, dev bir maneviyat bulutu ile sarılı mekanlara bile çirkince giriyor. O kız benim arkadaşım olsaydı, en son düşüneceğim şey hırsızlık vs olurdu. Deli gibi kıskandım o kızı, her gece hem de! Her gece gidebilmiş, uyanıp hayatına devam edip gece kovuğuna çekilebilmiş. Nasıl kıskanmayayım? Hayalimdekini gerçekleştirmiş.

Hayatından kimseyi bilinmeze göndermeyenlerin anlamayacağı bir şey var ki mezarlar kutsaldır. Dinsel bir kutsallık değil bahsettiğim. Perdelerin arkasında bambaşka bir dünya var. Düşünsenize, İstanbul gibi yerde bir kadın aylarca, haftalarca mezarda "uyuyor" ve başına hiçbir şey gelmiyor. Onu bunca kim korudu? Korunacağını bilmese gider mi? Çünkü aklı götürmüyor onu oraya, zaten olanlar da akıl alır gibi değil. Akıl da yücelttiğimiz kadar değil, bazı şeyleri almasın akıl. Böylesi daha iyi.

Gitti sanmıştım bu istek, bu gece geri geldi dolunayın ışıttığı geceyle, mezarlarınıza uzanacağım.

Bir gün mutlaka yapacağım bunu.

6 Eylül 2014 Cumartesi

Yok ol dedim yok olmadı dünya

"Dünya 'Kızılderililerin' özgürlüklerini kaybettikleri gün yok olmuş olmalıydı, olamadı..

Aşağıdaki alıntılar lisede kimyadan fizikten filan çakma pahasına tercüme ettiğim kutsal metinlerden birinden, Kara Atmaca'nın [Maketaime-she-kia-kiak] tutsak düştüğünde yaptığı konuşmadan:

Beni bütün savaşçılarımla esir aldınız.. Sizi mağlup edemesem bile, daha uzun süre karşı koymayı ve teslim olmadan önce size daha fazla acı çektirmeyi umuyordum.. Bunu başaramadığım için üzgünüm..

Beyaz adam kadar kötü bir Kızılderili bizim toplumumuzda yaşayamaz; o ölüme terk edilir ve kurtlar tarafından yenir.. Beyaz adamlar kötü öğretmenlerdir, onlar sahte kitaplar taşırlar ve yanlış işler yaparlar.. Kafa derisi yüzmezler ama daha kötüsünü yaparlar, onlar kalbi zehirlerler... Beyaz adam pistir..

Onlara bizi yalnız bırakmalarını söyledik ve bizden uzak durmalarını istedik... Ama takip ettiler, yollarımzı sardılar, yılan gibi sarıldılar bize..

Güneş sabah bulanık ve donuk doğdu ve gece, koyu bir bulutun içinde ateşten bir top gibi battı.. Bu Kata Atmaca'nın üzerinde parlayan son güneşti.. Kalbi öldü artık ve göğsünde hızla çarpmıyor.. O şimdi beyaz adamın esiridir ve ona istediklerini yapabilirler.. Ama o işkenceye dayanabilir ve ölümden korkmaz.. O bir korkak değildir.. Kara Atmaca bir Kızılderilidir..

Elveda halkım..
Kara Atmaca sonuna yaklaştı.. Güneşi batıyor ve bir daha hiç doğmayacak..
Elveda Kara Atmaca..

Kara Atmaca, 27 ağustos 1832"

İyi ki de fizikten, kimyadan çakma pahasına oturup bu metni çevirmiş ve tırnak içinde geçen metni kaleme almış Gevher Gökçe'nin öğrencisiyim de Kara Atmaca gibi güzel ve cesur yüreklerden haberim oluyor. Hepimizi kafese tıktılar Kara Atmaca, sen özgürlüğünü yitirdiğinde yok olmalıydı dünya, şimdi hepimiz tutsağız.


Despite all my rage I am still just a rat in a cage...




22 Ağustos 2014 Cuma

Gölge

Eski bir not kağıdına yazılmış dizeler ne zamandır ilişiyor elime de elim gitmiyordu atmaya, bugüne kadarmış.

Kimin yazdığını bilmiyorum, can dostum Esin mi acaba dedim çünkü Esin? diye ok çıkarmışım kenarına.

Geri dönüşümün veya doğanın şefkatli kollarına atmadan önce bu zavallı kağıdın üzerine inci gibi yazımla kurşun kalem yazdığım dizeleri ekliyorum. Sometimes what you expect is not what you get.


GÖLGELER

"geri dönmeyecek
 gölgelerin türküsü
                   gibiydi bu,
 kalbimde taşıdığım gölgelerin türküsü
 nereye gitmişti
 ve kardan
 ve alevden
 ve lav ve demirden
                kuleleri
                gurbetin."


"sessizce
 gün
batıyor, bir aşk bitiyordu
bir aşk dağılmış
     bir gerdanlık gibi.

- - -

ben de
çekiyordum
derin ağlardan
çekiyordum gölgemi
- - - 
günlerim değiyordu
                       ateşten bir dolunaya"

Dizeler bana Metin Altıok'u anımsattı, kim bilir? Belki dünyalar güzeli kızı Zeynep Altıok Akatlı bilir.

Henry Vaughan'ın meşhur bir sözü vardır: "A man is dream of shadow." Ben de derim ki, maybe it is a woman.


30 Temmuz 2014 Çarşamba

gitmek... mümkün mü artık gitmek




gitmeden bırakılan not

dönmeyecek olursam,
bilin ki hiç gitmedim.
hep kalmak oldu 
yolculuğum
burada, hiç olmadığım yerde.

giorgio caproni

16 Haziran 2014 Pazartesi

Kan arayışları

Birce'nin notlarından:

- Fotoğrafçıların Facebook'undan biri geldi, trombositlendik. Bi de Uykusuz hediye etti. bu kişi çok süper. çok kalpten yardım etti, destek oldu. Çok içten olarak yardımcı olabilir gerekirse)

Ben bu kişiyi yıllarca merak ettim, kimdi acaba?