3 Haziran 2012 Pazar

Nazım ve Hikmet...

Bu yazıyı mavi veya polly jean'in dediği gibi çivit gözlerle yazmak isterdim ama yaşlarla hepsi aktı gitti ve ben bu yazıyı içinde adı geçen herkese adadım gitti.

Nazım ve Hikmet...

Hikmet benim annemin adıydı, Nazım Hikmet babamın en sevdiği şair ve evimizin dördüncü üyesi.

Yıllar önce liseden bir arkadaşım, bana çerçeveli minik bir Nazım Hikmet fotoğrafı hediye etmişti, şimdi çevirip arkasına baktım, sene 1996, yılbaşı, babamsız ilk yılbaşı. Arkadaşım bana bu hediyeyi verirken iki şey söylemişti: Bunu sana hediye ediyorum çünkü hem senin hem benim sevdiğimiz bir şair ama daha çok babanın en sevdiği şair ve baban da ona benziyordu.

Gerçekten de evime gelen herkes aile fotoğramıza bakıp anı şeyi söyler. Aile fotoğrafı dediğim benim, annemin, babamın ve Nazım Hikmet'in ayrı ayrı çerçevelerde olduğu duvar. Her an başımı kaldırıp gördüğüm tek aile fotoğrafı budur, yıllarca böyle oldu. En üst ve ortada annem, solunda ve biraz aşağıda babam, babamla aynı hizada sağ tarafta ben -baktım da babamın biraz aşağısında da olabilirim- ve annemin çerçevesinin altında Nazım Hikmet en bilinen fotoğrafı ve şu dizeleri ile:

"yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim."

 1996 yılbaşı, babamsız ilk yılbaşı gelen bu hediye duvarda hep ailemizin dördüncü ferdi olarak yerini aldı.

Benim tahtadan yapılma bir takvimim var, üzerinden ayları ve günleri değiştirip yıllarca kullanılabilen bir takvim.


Genelde tarihi değiştirmeyi unutuyordum, özellikle annemi kaybettikten sonra, hatırlıyorum çok uzun bir süre 09 May'de kalmıştı...

Yaklaşık iki hafta önce evi toparlarken elime çok alakasız bir şekilde bir fotoğraf albümü geçti, içinde Ekim 1992'de çekilmiş fotoğraflar, babamın hastalığı ve ilk ölümden dönmesi daha yeni, o kadar alakasız fotoğraflarla doluydu ki, annemin fotoğrafları, annem ders verirken, babamın o an, ölüm anı, hastanede içlerinde babamın kollarında öldüğü birinin de bulunduğu -annem öldükten sonra öğrendim ve annemin bana anlatmamış olmasına çok şaşırdı- aile dostlarımız, o dönemki en yakın arkadaşımın ailesi, başkasına bakıyormuşum gibi hissettim. Babamın yüzüne baktım uzun uzun, babamın yüzünü unutmuşum dedim kendi kendime, unutmak istemişim. Bu olay sevgili takvim 23 may'i gösterirken ve ben ilk defa 2 3 gündür tarihi düzenli değiştirirken oldu. Ben babamla ilgili ne kadar çok şeyi unutmak istemişim meğer...

24 Mayıs gecesi saat 12'yi geçtiğinde aa değiştireyim diye takvimime gittim, 25 mayıs, babamın ölüm yıldönümü... Babam öldüğünde ben hiç ağlamamıştım, zaten yapı olarak çok ağlayabilen biri, hele o zamanlar, hiç değildim ki babama tapardım ben, ruhumu okurdu o.

O geceyi hatırladım, beni morga götürmemişlerdi, kavga çıkmıştı, 'sen küçüksün etkilenirsin', 15 yaşındaydım ulan! En son gömülmeden önce tabutunu açtırıp gördüm yüzünü, öpmek istedim, dokunmak istedim, ilaçlı diyerek engel oldular. Aslında tüm bunları o 24'ü 25'e çevirdiğim an yazmak istedim oysa tam da o an, günü çevirirken, ağlamaya başlamıştım, tüm gün ağladım, sanki babam o gün ölmüş gibi ağladım... Şu anda da ağlıyorum ama o gece yazamayacak kadar çok ağladım... Meğer ben 17 seneyi içime nasıl gömmüşüm... Annem üzülmesin diye yıl dönümü tarihlerini bile unutmuşum bilmeden, bunların hepsini bilmeden yapmışım...

Üzerinden iki yıl geçti geçmedi, yas ve göç diye bir yazı okudum, zamanında yaşanmadıkları takdirde bir uzman eşliğinde tekrar kişiye yaşatılmaları gerektiğini yoksa kişinin ileri tarihlerde çok ağır bir depresyona gireceğini yazıyordu, Bilim ve Teknik Dergisi. Gttiğim her uzmana bunu söyledim, kiminin deyişine göre dramatik, kimininkine göre travmatik bir hayatım olduğundan hiçbir uzman benim bu ihtiyacımı, belirtmeme rağmen, sallamadı. Kökeni es geçtiler, diğer konulara odaklandılar.

Sen babanı çok seviyordun, baban da seni çok seviyordu, sorun yok o zaman... Hayır efendim işte o çok sevgiden esas sorun, yıllarca acı çektim, üzerine bir sürü şey eklendi, emdr yazım ahkam bürosu blogumda durur, yardım aldığım konu "bittiğinde" bunu dile getirmeye çalıştım, anlatamadım. Esas sorun o yastı, yaşanamamış yas.

İki defa ağladım ben babam için, çok iyi hatırlıyorum birisi 2 ay sonraydı ama mevzu şöyleydi: "şimdi bana bakıp onun babası yok diyecekler." Bu bana çok ağır gelmişti, sanki dışarıda görünmeyen tüm parmaklar beni işaret ediyordu, eve gidip ağladım. Sonrası 7 8 ay sonrasına denk gelir, annemle ilişkimizi de bana her an öleceğini söyledikleri günün ertesi gecesi yazmıştım, biribirimizi sever ama anlaşamazdık, bambaşka dünyaların insalarıydık, I can't live with you I can't live without you...

Bir arkadaşım neden sürekli annemin kurmaya çalıştığı köprüleri yıktığımı sormuştu, bunun elbette pek çok nedeni vardı, annem bana ulaşmaya çalışıyor ama ulaşamıyordu çünkü ben o babamla uğraşırken çok uzağa gitmiştim, uzağa mı? Hayır öteye, ötelere gitmiştim.

"Uzağa değil usta, değil usta,
ötelere
çok öteye gittin
yalnızlığın,
yalnızlığın, yalnızlığın bundandır."

Bu şiirin ezgi versiyonunu Mayıs Müzik Topluluğu'ndan dinlemiştim ilk. Aylardır bu konu hakkında tek kelime etmediğimi, endişelendiğini söyledi, arkadaşıma şunu dedim ve ağlamaya başladım, "Çünkü artık o yok," ağladım, azıcık, o da ağladı. Koskoca yıllar boyunca tüm ağlamam bu kadar... dı.

Annem vefat ettiğinde morga da ben götürdüm, çekmeceye de ben yerleştirdim, hastanede örttükleri zımbırtının üzerinden sarıldım, öptüm, burnuma anne kokusu değil ilaç kokusu geliyordu, çok kesif bir ilaç kokusu, benimle olmak için nelere katlanmıştı...

Sonra arka bahçeye çıktığımızı hatırlıyorum, her zaman yanımda olan, gecenin 3: 30'unda dahi bir telefonla gelip beni hastaneye götüren Banu, Şenol ve ben, her şey bittiğinde Banu'nun kucağına yattım. Ağaçlara baktım, o kadar tuhaftı ki artık onun olmaması. Sabaha karşıydı, gün yeni ağarıyordu. Bir süre kaldık öyle... Bugün kendimi dışarı atıp sevdiğim ağacıma ilk kez yaslanarak uzanıp yukarı baktığımdaki gibi... Annem aklıma geldi, hastane ağaçlarına baktığım o an ve babam, babamın ölüm yıldönümünde bir şey yazamadığım için bunu babamın doğum gününde yapmayı düşünüyordum, 3 hazirandan tam bir hafta sonra, bu yazı bu nedenle aslında sadece bir Nazım Hikmet yazısı değil, hatta bir Nazım Hikmet yazısı bile değil diyebilirsiniz. 3 Haziran olduğu o an bile aklıma gelmedi ve bir dostumun,  birinin kolumdan tutup beni dışarı çıkarmasına çok ihtiyacım olduğu için yazdığı; "bugün pazar, bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar" dizelerinin tam da o gün neden yazıldığını ve benim zamanda kaybolup o günün pazar olduğu için arada gelen anma dizelerden biri sandığım gerçeği suratıma tokat gibi indi. Ne zaman? Akşam hatta gece...  Şu yazıyı okuduğumda: http://www.yazihaneden.com/2012/06/nazim-nesir-nazim-franz/ ve bugünün, farklı bir yılda, 1917'de, sevgili Franz Kafka'nın da ölüm yıl dönümü olduğunu öğrendiğimde.



Unutmuşum tarihi, takvim 29 mayısta kalmış öyle, yoksa nasıl unuturum ki yıllarca söylediğimiz 3 haziran '63'ü, unutmamışım da kaybolmuşum. Ne çok söylerdik oysa.

"gece leylak ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam, haziranda ölmek zor "

Ne bileyim yıllar sonra annemin de haziranda öleceğini.

Neden sonra anladım niye kendimi dışarı attığımı, güneşi yakalayamadım ama derdim şu dizelermiş, azıcık da olsa teselliymiş meğer.

 "bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım..."

Babamın son hastane döneminde her gittiğimde ona okuduğum 835 satır kaldı dilimde ve kalbim elimde.

"göğsümde 15 yara var
saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak
kalbim yine çarpıyor
kalbim yine çarpacak

göğsümde 15 yara var
sarıldı 15 yarama
kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular
karadeniz boğmak istiyor beni
boğmak istiyor beni
kanlı karanlık sular

saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.
kalbim yine çarpıyor
kalbim yine çarpacak

göğsümde 15 yara var
deldiler göğsümü 15 yerinden
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden
kalbim yine çarpıyor
kalbim yine çarpacak

yandı 15 yaramdan 15 alev
kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak
kalbim
kanlı bir bayrak gibi çarpıyor
çar-pa-cak"


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder