22 Temmuz 2012 Pazar

İçimdeki boşlukları doldurunuz Vol. 2

Bir sorun oldu ve yazdığım tüm yazı silindi. Belki de yazmamam gereken şeyleri yazdım.

İlk boşluk bende ne zaman oluştu? Çok uzun seneler önce. Onları şimdilik geçelim, son döneme gelelim, bahsettiğim yirmi kedi, ikisi felçli sekiz köpeğe bakan kadına dokuz paket -içlerinde mini bavul da var- eşyayı gönderilmek üzere vermeden önce son kontrolleri yapıyordum. Annemin çok giydiği ve onunla özdeşleşmiş bir gömleği vardı, yeni desen, yeni değil, çok rahat olduğundan hep üzerinde gördüğüm. Birden askıdan alıp poşetlerden birinin içine yerleştirdim. O an içimden bir şey koptu. 'Annem,' dedim. Ağlayacak gibi oldum ama gitmesi gerekiyordu, gitti. Bu boşluk hissi kısa sürdü ve kadının sevincinin haberi ile yok oldu.

İkinci boşluk geçen salıydı, beklemediğim yardımcımla yarım günde dokuz paket hazırladık bu sefer, o kadar hızlı hareket ettik ki başım döndü, dışarıda yemek yedik, kocaman bir bavulun da dahil olduğu dokuz paket daha çıktı evden. O kadar yorulmuştum ki eve gelip bir süre uzandım. Boşluk ertesi gün de yorgunlukla içimi kazıdı. Belki her şey çok hızlı olduğundan...

Boşluk son dönemde ilk içimi kazıdığında bir kitap okumaya başlamıştım, bir şey yapacak enerjim yoktu, uzandım, kitap içinde kocaman bir boşluk olan bir adamı anlatıyordu, neden sonra öyküyü bitirmeden rahatlamıştım. Kitabı hala bitirmedim. Sanki dönüp dolaşıp boşluk geçtikten uzun süre sonra durup dururken ölen öykü kahramanına bağlanacak(tı) her şey.

Sonrasında attıklarım içimi acıtmadı ya da boşluk bırakmadı. Bir tek iki üç gün önce bir makine ve annemin nasıl olup da hala evde olduğunu anlamadığım birkaç kıyafeti ile benim bir iki kıyafetimi yerleştiğim poşetten, poşetle beraber makine alınıp gerisi yerlere saçılmıştı, o görüntü beni çok üzdü. Sonra ihtiyacı olan yerden almıştır. Yerden toplayıp yeni bir poşete koyayım dedim. Arkadaşım 'Sen görevini yaptın, düzgünce koydun, dağıtan kişi toplamalıydı, senin görevin burada bitti, artık dokunma, ihtiyacı olan alır,' dedi. Bıraktım öyle. İlerleyen saatlerde geçerken bakmak aklıma gelmedi ama muhtemelen yere dağılanlar gitmişti.

Artık bir şey atarken rahatlık hissediyorum. İçimin acıyacağını hissettiğim zaman, zamanı gelmemiş diyorum.

Mesela bugün şu bond çanta gibi taşınan Singer dikiş makinemizi nereye bağışlasam diye düşündüm, Açev dediler. Maddi sıkıntımı bilenler 'Eski makine ise sat, meraklıları vardır,' dedi ama benim o kadar vaktim yok. Neden o kadar vaktim yok, neden öyle yazdım ben de bilmiyorum, her şeyi ile beraber zigzaglı makine. Sanırım zamanın geldi senin de. Ben hep şöyle düşündüm: Ondan alacağım para bana başka yerden gelsin. Bir yere hayır olsun. Cebimde beş para yokken bile hep bunu dedim, böyle düşündüm. Satmak istediğim bir tek Yağcıbedir halım var, hiç kullanılmamış, annem ve babamın gaza gelip bir sürü para verip aldığı. Onun dışında herhangi bir şeyi satmak istemiyorum. İhtiyaç sahiplerine ulaşması benim için çok daha önemli.

Evimde başlayacak olan tadilat sürecinin ne zaman başlayacağı hala belirsiz. Bu hafta belli olur diye düşünüyorum... O konuda da içim bir boştu, artık değil. Ne ile doldurduysam diğer boşlukları da onunla dolduracağım, yeni gelen enerji ile, huzur ile, özellikle endişe ettiğim konuları oluruna bırakmak ile...

Nereden çıktı bu yazı? Halbuki kullandığım bilgisayarların neden olduğu zorluklardan dolayı hiçbir şey yazasım gelmiyor. Daha demin yazdığım her şey gitti mesela hep. Daha demin yazdıklarım.

Truvalı Helen'den bahsediyordum. Hektor'u Akhilleus ile dövüşe, yani ölüme gönderirkenki duruşu filmdeki, o boşluğu yeniden açtı. Filmi Emily ile yarısından yakalayıp izledik. Bu boşluklar neden oluşuyor? Hektor'un filme göre Akhilleus'un kuzenini öldürürken döktüğü göz yaşları, Helen'in aşkı yüzünden Hektor'u ölüme gönderişindeki hüzün, filme göre Akhilleus'un Hektor'un cesedini babasına vermek üzere hazırlarken 'Yakında buluşacağız kardeşim,' diyerek döktüğü göz yaşları, Hektor'un kuzeninine kendi kuzeninin boynundakini vermesi özgür bırakırken... Hepimiz bildiğimiz veya bilmediğimiz şeylerin vebalini ödüyoruz.

Neden bu kadar acıttı bu film? O destanlar beni? Bir dönem Truvalı Helen'dim ben, nickim buydu, belki ondan, nick olarak sözlüklerde aramayın, lakabımdı. Filmden önce başlayıp film ile sürmüştü. O zaman da içimi bir şeyler kazıyordu. Hepimizin geçmişinde çözemediği kim bilir neler var. Bu da onlardan biri.

Emily'de izledim filmi, Emily'nin aldığı doğum günü hediyesi elbise ile izledim, hala üzerimde o var ve tam çıkarken Emily bana 'Hadi git ve yaz,' dedi, başka türlü o iç sızısı, o kocaman boşluk geçmeyecekti sanki. Sanırım hissetti bunu ve yaz dedi Emily, yazdım ben de. Sanki ülkeleri ben yıkmışım, şehri ben düşürmüşüm, her şeye ben neden olmuşum gibi bir ruh hali ile yazdım. Ağlamak istiyorum, filmi izlerken yaptığım ve yapamadığım gibi. Olmuyor.

Karmaya inanırım ben, bu göz yaşları, çektiğim tüm acılar ne kadarını temizledi, temizler bilemem. Bazen karmanıza öyle şeyler koyarsınız ki hiç temizlenmez. Ve artık karmanın bedelini ödeme süreci hızlandı. Çok hikayem var bununla ilgili. Bir arkadaşımın bir lafı var, daha önce de yazmışımdır kesin, yine yazıyorum, her yere yazasım geliyor ki insanlar belki biribirlerine daha saygılı, daha sevgi dolu, daha önyargısız ve daha özenli yaklaşırlar...
 "Karma is a fucking cunt. She knows your name, your address, and when it comes back to you...know you get exactly what you deserve. "

Karma adınızı, adresini ve size ne zaman geleceğini bilir.  Ve size geldiğinde hak ettiğiniz tam olarak neyse onu alırsınız. Onun size geleceğinden şüpheniz olmasın.

Ben Truvalı Helen, Paris'e duyduğum aşkım uğruna, istemeden milyonlarca kadını kocasız, anneyi oğulsuz, canlıyı cansız kıldım. Sonra belki bir ışık oldum. Ama Hektor'un benim yüzümden, daha doğrusu ben bahane edilerek başlayan savaşta Akhilleus'un elinden ölümüne gidişini hiç unutmadım. Truva benim yüzümden düştü, tutamadım. Boşluğu adımı bir çağa vererek doldurmaya çalıştım. Belki de olmadı. Vebalini ödeyemeyeceğim şeylere sebep oldum. Karmamı ödedim. Şimdi sadece ışık var.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder