9 Temmuz 2012 Pazartesi

Geçen sene sanki daha kolaydı...

Bu seneki doğum günü yazımı kendime hediye ettiğim doktor kontrolüne koşmadan önce yayınladım ve gerisi gelmedi.

Bir arkadaşımı bekliyordum, döngünün hassasiyetinden dolayı bir o kadar ben de hassastım ve bir meltem gelecekti Ankara'dan. Haber bekliyordum, tam bir Godot'yu beklerken havası tüm günü ve hatta geceyi esir aldı.

Cyrano nerede? Cyrano nerede?


Ankara'dan esecek meltemi beklerken başka bir limana attım kendimi, annemin beni doğurduğu günde ve yaşta içime doğan şey gerçekten içimde doğmuştu. Tuhaf sezgiler, tuhaf tesadüfler... Liman yaşlıydı.

Cyrano'dan haber bekledim, mesajlaştık, sığındığım limanda annemden bahsettik, diğer insanların hayatlarından... Başka insanların hayatlarını o kadar uzun dinlemek zorunda kaldım ki fenalık geçirdim, 'Doğum günümde reva mı lan!,' diye içten içe isyan ettim. En son saat akşam beş altı suları Cyrano'ya saat 12'den sonra kabak olacağımı söyledim. Benim için tarihler önemlidir. Bir günün günü o günse o gün, o gün gibi olmalıdır, yoksa olmaz. Geleceği yerden o saatten sonra yetişemez.

Zaman eğilip bükülse de elimizde tuttuğumuz zaman önemlidir.

Sonra ben sarıp unuttuğum yoğurdumu hatırlayıp eve koşacak, canım dediğim arkadaşıma bir kart yazacak ona bir hediye verecektim. Daha doğrusu veremeyecektim. Ankara'dan hala esen bir şey olmadığı gibi haber kanallları da kesilmişti, ne yapacağımı bilemiyordum çünkü Cyrano'yu bekliyordum. Beklenti kötülüklerin en büyüğüdür derler ya, öyle bir şey.

Başka bir meltem aradım, bulamadım.

Arkadaşıma özellikle o gün vermek istediğim şeyi veremedim. Basitti aslında, hediye bile değildi, günün anlam ve önemini yazdığım ve çocuk istediğini bildiğim için hayırlı bir evladı olmasını dilediğim hayata düşülmüş bir anekdot. Almadı, yarına kadar da almayacak. Bugün konuşmasak yarın da almayacaktı.

Oysa ben bırakmak için koşturmuştum, evde bulamadım, komşusuna bıraktım, o gün alsın çok istiyordum, benim için çok önemliydi. Bir yandan Cyrano'dan haber bekliyordum, oturdum çorba içtim oğluşumla, romantik. Amma doğum günü yemeği.

Sonra Sapan'ım Alaybozan'ım aradı, ben hala aynı elbisemle, bekliyorum.

Ben Ankara'dan meltem beklerken bir esin geldi, daha doğrusu aradı, son yarım saat, durumu anlattım, 'Dur dur bende ucundan yediğim bir muzlu rulo pasta var,' dedi, koştu getirdi -telefondayız bu arada- 'Mavi beyaz da bir doğumgünü mumu buldum ve yaktım,' dedi. Ben dileğimi diledim, o mumu üfledi. Sonra ben iki tekila shot attım ikimizin yerine. Son dakikada da olsa herhalde en ilginç doğum günü kutlamamı gerçekleştirmiş oldum.

Bu arada Godot'yu hala bekliyor ve endişeleniyordum, yorgunluktan uykusuzluktan ölmeme rağmen 3:20'ye kadar bekleyip yattım. Beklediğiniz şey meltem sanırsınız ama o bir esin, bir esin'tidir bazen.

Geçen sene daha kolaydı, öğleden sonraya kadar ağlayıp bir anda kendime kızdım ve gittim Rapunzel'e dönen saçlarıma abuk subuk bir adam tırmanmaya kalkmadan saçlarımı kestirdim. Arkadaşlarım beni yemeğe, sonra pasta kesmeye götürdü, nihayet mideme gerçek bir yemek girmiş oldu. Acım daha çok yeniydi, daha çok sarsıktım ama o gece mutlu oldum, evden çıktıktan sonra hiç ağlamadım, eve gelince de. Balonum bile vardı.

Bu sene sanırım yarısını ağlayarak geçirdim, koltuğumda oturup aynı elbise üzerimde Sapan'ımla, Esin zillisi ile konuşarak geçirdim. Ertesi gün uyandığımda çok üzgündüm. Hatta ağlıyordum. İçim garip bir şekilde yanıyordu. İlk defa bir doğum günümü hiçbir arkadaşımı görmeden geçirmiştim, belki ondan.

Ne zamandır görmek istediğim ve bir türlü görüşmeyi beceremediğimiz bir dostumu aradım, meğer bu zamanı beklemişiz. Aynı akşam üzeri başka arkadaşlarımı görüp komik bir pastalı kutlama daha yaptım, içimden öyle geldi. Bir önceki gün içimde kalmış demek, ölmüş annem ve babamın bile doğum günlerinde seremoniyi hazırlayan ben kendim için bir şey yapamamanın getirdiği huzursuzluğu atamamıştım.

Godot hala gelmedi, Cyrano nerede? Biri cevap versin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder